Uzun zamandır yazmıyorum,
yazamıyorum. Herkesin hayatında en az birkaç kez yaşadığı bir çöküşün içindeyim
çünkü. Bu bahanenin arkasına mı saklanıyorum ? Hayır. Ama hayatı ve kendinizi
farklı bir perspektiften incelemeye başladığında, bilinmeyeni, görünür
ilizyonun ardındaki asıl gerçeği, kendi içindeki karanlığı, kargaşayı,
potansiyeli fark ettiğinde artık dünyaya eskisi gibi bakamaz oluyorsun. İşte
geçen yıl hayatımın kırılma dönemlerinden birinde bana tam da bu oldu :
Kendimin altında ezilip kaldım.
Bilgi çok ağır bir şey.
Dünyadaki insanların bilgiden, bilmekten neden bu kadar çok kaçtıklarını şimdi
daha iyi anlıyorum. Bilgi her ne kadar potansiyelde herkesin hakkı gibi görünse
de işin aslı sadece benliğimizin sınırı doğrultusundakileri bilme yetimizin
bizim için en sağlıklı olanı. Eğer sınırlarını aşmak istiyorsan, bunun çocuk
oyuncağı olmadığını fark etmen ve bu ciddiyette olman gerek. Bilmek öyle
büyüleyici bir sihir ki, seni tüm sonsuzluğu ile büyülerken seni o okyanusta
boğabilme olasılığını gözden kaçıra biliyorsun. Ben de son dönemlerde bu
dengenin çok iyi hesaplanması gerektiğini anlamışlardan biriyim. Geçen şubat
ayında sonsuzluğu keşfetme adına çıktığım yolculukta yeterince hazırlıklı olamamış
olacağımdan ki öğrendiklerim ben daha ne olduğunu anlamadan boyumu aştı ve
ben o okyanusun içinde ciddi bir boğulma tehlikesi geçirdim. Ardından o deniz
beni öyle bir fırlatıp attı ki, kendime gelebilmem aylar sürdü. Kendimi
kurtarmaya çalışırken yuttuğum o suların etkisi hala baki. Bazen gık edip su
yüzüne çıkmaya ve benim bu dağılmış, dengesini kaybetmiş benliğimi hatırlatmaya
devam ediyor. İçinde bulunduğum bu kapanın, çaresizliğin, mutsuzluğun,
cehennemin varlığını bir tokat gibi çarpmaya devam ediyor her saniye. Asıl acı veren taraf ise, bu cehennemin
mimarının benim olmam...
Cümleleri oluşturmak için
debelendiğim her an özümle, benliğimle olan bağlantımı ne kadar kaybettiğimi
daha iyi hissediyorum. Bu eti tırnaktan ayırırcasına o kadar kötü bir acı ki...
Bilmenin kötü yanlarından biri daha sadece.
Ama bu farkındalığın aslında bir tür tedavi olduğunun da bilincindeyim.
Bilmenin en acımasız yanı, onu tam kapsayamadığında gözünün yaşına bakmaması.
Bu bölük pörçük bilgiler özümde bir bütün oluşturmadığı sürece, ben kendimle
bir olmadığım sürece bu acının devam edeceğini biliyorum. İşte bu yüzden aylar
sonra tüm endişelerimi, korkularımı bir kenara bırakıp yine kendimle baş
başayım. Üzerimde molozların farkına varma ve onları teker teker yok etme zamanı.
Uzun zamandır içimde
büyük bir hüzün ve mutsuzluk ile birlikte yaşıyorum. Her ne kadar bunun sebebi
olarak materyalist çeşitli sebepler olsa da, asıl durum bu değil. Asıl sebep
benliğimin sınırı. Yıllar boyunca bu gün de dahil, birilerine veya bir şeylere
özenerek yaşadım. Korkularımız hayatlarımıza ve kendimize egemen oldukça,
sahneden seyirci koltuğuna geçtikçe anladım ki insan için asıl ölüm, asıl yok
oluş bu. Artık hiçbir şeyi izlemek istemiyorum. Artık daha fazla ölmek istemiyorum...
Evrenin sonsuzluğu içinde
maceralara atılmak, bilgi okyanusunda büyük mücadeleler deneyimlemek isteyen
yalnızca ben değilim elbette. Çevremdeki bir kaç insan dışında aslında hiç te
yalnız olmadığımı fark etmem öncelikle ‘’Tanrılar Okulu’’ isimli kitap ile
başladı. Yazarın sonsuzluğa ve hedeflerine olan yolculukta yaşadıklarını kendi
ağzından anlattığı bu roman, aslında bu zamana kadar öğrendiğimiz her şeyi ters
yüz edebilecek bilgi ve potansiyele sahip. Kitabı okudukça, kendi hayatınızı bu
kitapta bahsedilen öğretinin düzlemi üzerinde incelemeye başladığınızda bizlere
önceleri imkansız,masal diye empoze edilen birçok şeyin aslında gerçeğin farklı
bir yüzü olduğunu öğrendiğinizde dehşete düşmek işte o zaman başlıyor. Bundan
önceki yazımda bu kitaba değindiğimden Tanrılar Okulu üzerinde devam
etmeyeceğim. Beni zaten 1 yıl önce nakavt eden bu kitabın ardından son darbeyi
de bana sosyal medyada ‘’NebBuch’’ ismiyle bilinen Doğan Çetin oldu. Şuan
kendimi ve hissettiklerimi mercek altına yatırdığımdan, kendisi ve teorileri
hakkında detaya girmeyeceğim. Tek söyleyebileceğim şey beni başlangıç noktasına
geri döndürmeye başaran biri olduğu.
Son günlerde ‘’Massive
attack – Angel’’ klibinden güç alarak korkularımın üzerine gitme kararımı
verdiğim andan itibaren kendi içimde bir savaş içerisindeyim. Bu beni o kadar
hassaslaştırdı ki, bir şey tetiklese de saatlerce ağlayabilsem keşke. İçinde
bulunduğum bu ruhsal karışıklığı yine kendi özüm ve tanrıya olan güvenim ile aşabilme
inancım sayesinde son zamanlarda çok iyi geri dönüşler aldım ama Cumartesi
gecesi art arda geçirdiğim iki şiddettli panik atağı da hala tamamen
atlatabilmiş değilim. Yine de şunu anladım ki bir şeyden korkmak o şeyi yaşayıp
deneyimlemekten çok daha kötüymüş. Geçirdiğim ataklar sayesinde artık asıl sorunun
kendime olan güvensizliğim olduğunu çok daha iyi anladım. Kendimle bir
olduğumda yaşadığım bütünlük, bana daha da büyük bir güç ve cesaret verdi.
Evet, hala korkuyorum. Ama asla pes etmeyeceğim.
Bu yazım fazlası ile
öznel olduğundan size ne kattı, neler katabilir gerçekten bilmiyorum. Ama emin
olduğum bir şey var ki o da hepimizin bir şeylerden korktuğu ve bu yüzden çoğu
zaman geri çekildiği. Kim bilir, belki de mutsuzluğumuzun asıl kaynağı budur.
İstediğin, arzuladığın bir hayat için yapman gerekenin sonunda ölüm bile olsa,
vazgeçip sıradanlaşmak ta aslında bir nevi ‘’ölüm’’ olmuyor mu ? Eğer senin de
biraz yardıma ve cesarete ihtiyacın varsa, eğer sen de kendini yalnız
hissediyorsan, dışarılarda bir şeyler aramak yerine önce kendine bir bak. En
dışta muazzam yaratılmış bir beden göreceksin, biraz daha derine indiğinde
senin potansiyelin olan bilincin seni bekliyor olacak. Biraz daha ilerlediğinde
ise, her şeyi mümkün kılabilen ve ‘’asıl sen’’in orada olduğu özünü keşfetmiş
olacaksın. İşte asıl mücadele o zaman başlayacak...