5 Haziran 2019 Çarşamba

meaning of life / sırmanın yolu

Yeni bir döngünün başlangıcı, eski döngünün bitimi... Aynı döngünün içinde kendini yeniden bulmak... Tam 1 yıl önceki senle şuankinin arasındaki muazzam fark... Kendini ve potansiyelini keşfetmenin getirmiş olduğu farkındalık ve önüne baktığında karşında uzanan sonsuzluk... O sonsuzluğa adım atman ve adım attığın an yaşamdaki tek gerçeğin ''sen!'' olduğunu keşfetmen. İçindeki tanrı parçacığına temas etmen ve bunun getirmiş olduğu yalnızlık hissiyle baş başa kalman. Tutunduğun her şeyin bi' illüzyon gibi teker teker dağılması ve gerçeklik ile gerçek ötesilik arasında gidip gelmek.Kendi potansiyelinin sınırsızlığını görmek ama bunu tek başına gerçekleştirmek zorunluluğu ile yüzleşmek...
İşte içinde bulunduğum döngü bunları kapsıyordu. Kendime erişmenin, kendini keşfetmenin getirdiği dengelenme ile patlamış ve yeni bir dengesizliğin-bilinmezliğin içine düşmüştüm: Ben kimim? Neyim? Niye yaşıyorum? Yaşamın gerçek amacı nedir?
1 yıl önce kendimi keşfetmek ve potansiyelimi açığa çıkarmak adına gözümü karartmış ve büyük bir meydan okumaya girişmiştim. Bu meydan okumayla kendimi bulmuş, ispatlamış ve bunun boşluğu güz dönemi okula dönmüştüm. Bir tür anlamsızlık bulutu etrafımı sarmıştı ve bunun fırtınası ile savrulurken ali ihsan ile tanışmıştım. Öylesine parlıyordu ki, yaşam içindeki afallamam 2'ye katlanmıştı. Sonra o parlaklığın içinden bir el uzandı ve beni kendisine çekti. İşte o zaman tanrısal bir varoluşun hayatını uzaktan değil; bu sefer bu varoluşun merkezinden yaşamı gözlemleme ve bunun nasıl bir deneyim olduğunu keşfetme fırsatı buluvermiştim. Tüm o kraliyet gücü büyük bir zerafet ve sadelikle etrafa yayılıyordu. Her şey o kadar illüzyondan ve şatafattan uzak bir gerçeklik içindeydi ki, etrafı gözlemlerken ayağınızı, kafanızı sağa sola çarpmadan ilerleyemiyordunuz. Ama bu acı olumsuz değil tam aksine insanı kendine getiren, doğasını öğreten ve kendisini kendisine veren bi' acıydı. Minnettardım...
Bu güçten ilham alıp o kralın omzundan tutup kendime doğru çektim bir akşam. Başını omzuma yasladım. Önce saçından, ardından yanağından, sonra dudağından öptüm. O kral kendisini bana bıraktı; ben de kendimi seve seve O'na...
Hayatımda daha önce kendimi kendime veren böylesine bir güç keşfetmemiştim; beni benden alanların aksine. Şaşırmış olduğum kadar mutlu ve sevgi doluydum ve bunu tüm cömertçe etrafıma saçıyordum. ''Aşk seni huzursuz eden enerji değil, yanına huzurlu ve rahat hissettiğin kişidir'' sözünü şimdi daha iyi anlıyordum. Bu aşk mıydı, bilmiyordum ve umrumda da değildi. Tek bildiğim burada mutlu ve huzurlu olduğumdu...
Sonra ben bir hata yaptım: bu gerçekliği ''illüzyon'' olarak görmekte ve kabul etmekte tutturdum ve bu sevgi dolu- güvenli alanın kontrolü ve gücü ele geçirmesine; kendi yaşamımın-yolumun önüne geçmesine izin verdim. Ben bunu seçtikçe bu gerçeklik içinde yabancılaşmaya ve en sonunda artık oraya ait olmamaya başladım. Çünkü o yaşam, o krallık o kadar gerçek ve o kadar doğaldı ki, varoluşu gereği hiç bir illüzyon ve yanılsama orada barınamazdı. Buna ısrar eden her varoluş, yaşamın gerçek doğasıyla yüzleşmek ve bunu ''görmek!'' zorundaydı. Keza tüm sistemi ve varoluşu kontrol eden ve illüzyonu bir arada tutan bir gerçeklik katmanı vardı ve bu illüzyonun-yanılsamanın tek niahi amacı kendimizi, potansiyelimizi ve varoluşumuzu test etmek ve gerçekleştirmek için bize verilen araçlardan bir tanesiydi. Araç asla amaçla yer değiştirilemezdi...
Ve bunu kabul etmemek için kafasını kuma gömen ben, sonunda ilahi yasanın cevabı ile baş başa kalmıştım: Bu gerçeklikten uzaklaştırılıp kendi yanılsamalarımın merkezine fırlatıp atılmak... Ne yaptıysam o gerçekliğe erişemiyordum. ''İllüzyonun içinden gerçekliğe erişemezsin, bunu ancak onun üzerinden yükselerek başarabilirsin'', bunu çok sonradan anlayacaktım...
Kendi yanılsamamın içinde bana felaket, yıkım, ölüm gibi gelen her şeyin aslında kendimi ve kendi gerçekliğimi bulmak için bana verilmiş bir şans, bir mucize olduğunu ve hayatımdaki tüm felaketlerin aslında bana hizmet ettiğini sonradan farkında varacaktım...
İllüzyon ve yanılsamalar birer birer yıkılıp yok olurken ben dehşete kapılmış bir şekilde gözlerimi kapamış bu kıyametin bitmesini bekliyordum. Bi' süre sonra cesaretimi toplayıp gözlerimi açtığımda sadece gerçekliğimle, kendimle ve yaşamımla baş başa kaldığımı fark ettim. Tüm o alt-üst olmuşluğa rağmen kendi gerçekliğimi kendimi yaratmak için kullanmayı seçtiğimde ve buna izin verdiğimde kendi tanrısallığımı keşfetmiş ve kendi gerçekliğime dokunmuştum. Bu keşif ve farkındalık yaşamımda bir kuantum sıçramasına sebep olmuştu. Şimdi kral olmayı, krallıkta yaşamayı ve her şeyi ama her şeyi tüm çıplaklığı ve tüm gerçekliği ile görebiliyordum. Ve tüm bu gerçekliklerin ortasında şimdi yine yeniden o hüznün, o yalnızlık hissinin, o anlamsızlığın içinde kendi yolumda ilerlerken bir yandan da ne yapacağımı bilemez haldeydim...
Ailemin, yuvamın merkezindeyim, artık kaçacak bir yerim kalmadı. İçimdeki tanrısal öz'ün bana hissettiğim bu hüzün ve yalnızlık duygusunun da aslında bana hizmet etmesi için gönderilen bi' tür yanılsama olduğunu ve tek yapmam gerekenin merkezimden aldığım güçle sorumluluğumu alarak etrafımdaki o sise doğru adım atıp ardındaki ışıkla, ışığımla, cennetimle kavuşup bir araya gelmek olduğunu fısıldadığını duyabiliyorum. Geçmişteki her savruluşum, bir sonraki doğumumda daha da derin merkezlenmemi sağladı ve artık etrafımdaki bu karanlık bulutlar içimdeki sesi duymamı engelleyecek güçte değil; çünkü o gücü ve kontrolü artık onlara vermiyorum.
İçimdeki güneş'e erişip ışığım ile kendi ay'ımı aydınlatabilmeyi sana borçluyum.
Teşekkür ederim...
                                                                                   
                                                                                                      Fiat Lux!
                                                                                                                   Sırma

22 Nisan 2019 Pazartesi

Yin-Yang

İşte yine oradaydım.
Kelimenin tam anlamıyla, bitmiştim. Maddi ve manevi kaynaklarım tükenmişti. Bu zor süreçte sığındığım, kendimi bulmaya ve tekrar yaratmaya çalıştığım ilişkim de yıkılıp gitmişti. Elimde kendimi savunacak hiç bir parça olmadan aleni bir şekilde yaşamın ortasında buluvermiştim kendimi. Yeni yıl benim için bu şekilde başlamıştı. Elinde hiç bir şeyi kalmayan bir birey olarak, işe yetişebilmek adına ilk iş gününe ayrıldığı sevgilisinin evinden gitmek zorunda olan biriydim; sevgilisi evde olmamasına rağmen...
benim için oldukça ağır olan tüm bu yüklerle birlikte ist.daki en iyi hotellerinden birinin pastane bölümünde çalışmaya başlamıştım, kaldığım yurda 25km uzaklıkta olması ve hiç bir maddi kaynağım olmamasına rağmen her gün işe yaklaşık 20tl yol parası harcamak zorunda olmam gibi bazı problemleri çözmem gerekiyordu elbette öncelikle.
Ben ve travmalarımla birlikte, önüme yeni bir sayfa açılmıştı. Yıkılan her şeyin yeniden inşaa edildiği ve yeni bir düzenin yaratılacağı kaos sonrası başlangıcın içindeydim. Bu zor süreçte üzerimdeki kara bulutları ve betonlaşmış karanlık düğümleri delip geçen ilk an ''hayattayım ve yaşam hala devam ediyor'' farkındalığı oldu. Kendi kendime kalmıştım lakin tüm ''yandım,bittim,öldüm,tükendim,mahvoldum'' nidalarıma rağmen aslında var olmaya devam ediyordum ve yaşam kaldığı yerden devam ediyordu. Bu farkındalık ve kendi kendime kalmışlık; bana uzun zamandır kazanamadığım bir içsel sohbet ve bu sohbetin sonunda da içsel bir Bütünlük ve Denge kazandırmaya başladı. 50 günlük Sömestr sürecim ve iş deneyimim; hayatımda yıllardır kazanamadığım tecrübe ve farkındalık katmamı sağladı kendime. Her gün adeta yeniden doğuyor ve hem kendimi hem yaşamı fethediyordum. Bunun verdiği his tarif edilemezdi. Sonuç olarak o Sömestr Döneminin ardından kendimi yeniden keşfetmiş, adeta yeniden doğmuştum. Her zaman Ay olmaya alışkın Ben, içindeki Güneş'e erişmiş; buradaki sonsuz ışığı kendi Ay'ına yansıtmayı keşfetmiş ve artık Dengelenmişti.

Bir insan 1.5 ayda ne öğrebilirdi?


* Bazen bir şeyin varlığından ziyade, yokluğunun varlığı da ne kadar öğretici, geliştirici ve mucizevi olduğunu öğrendim.


*Neye inanırsan inan, sana katkı sağladığı sürece hiçbir şeyin bundan daha önemli olmadığını öğrendim.


*İhtiyacımız olan tek şeyin kendimizle derin bir bağ ve iletişim olduğunu, dışarıda aradığımız her şeyin kaynağının burada, içimizde olduğunu öğrendim.


*Biz istemesek de, zor durumlara maruz bırakılmadıkça potansiyelimizi keşfedip bunu aşamayacağımızı öğrendim.


*Seni sen yapan her ne ise, bunların senin güç kaynağın olduğunu ve varoluşunun amacının bunları kullanarak kendini yaratmak ve ifade etmek olduğunu öğrendim.


*Başımıza ne gelirse gelsin, asla ''dünyanın sonunun'' gelmediğini, ''ölüp bitmediğimizi''; yaşamın her koşulda devam ettiğini ve tüm bu olumsuz inançların bizim yarattığımız birer yanılsama olduğunu öğrendim.


*Denge kelimesinin yaşamın kilit anahtarı olduğunu, her şeyin bir biriyle iç içe olduğunu ve cehenneme kadar merkezlenmedikçe cennete erişilemeyeceğini öğrendim.


*Yaşamdaki dışsal tüm gerçeklik ve inançların tek amacının bizim içimizdeki kendi doğrularımızı ve gerçeklerimizi bulmamızı sağlayacak birer referans noktası olduğunu, bunları olduğu gibi kabul edip kendimize uydurmaya çalışmanın yaşamdaki en büyük mutsuzluk ve işkence kaynağı olduğunu öğrendim.


*Yaşamla, Evrenle, her şeyle organik bir bağımız olduğunu ve bize yol göstermek, rehberlik etmek için her zaman yanı başımızda olduğunu öğrendim.


*Kaynağı kendi Öz'ünden gelmediği sürece, atacağın her adımın sonucunun birer kaos olacağını öğrendim.


*Her şeyin olduğu gibi olduğunu, bize uymayan olay ve kişilerin olduğu durumlarda olanı kabul edip, tüm sorumluluğu alarak yola devam etmenin cenneti deneyimlemenin anahtarı olduğunu öğrendim.


* Yaşamın, kendimizin ve Biz'e ait olan her şeyin sorumluluğunu alıp buna göre yaşamaya başladığında, tüm karabulutların yavaşça dağılmaya başladığını ve ışığın her zaman orada olduğunu öğrendim.


*Bu hayattaki en önemli ve değerli ilişkinin, insanın kendisiyle-özüyle olan ilişkisi olduğunu öğrendim.


* Ve son olarak, Kendi Hayatımıza başkalarının yargı ve doğrularıyla değil, Kendi Gerçekliklerimizle bakmanın mutluluğun kaynağı olduğunu öğrendim.

                           
                                                                                                    -Fiat Lux!
MoB

10 Nisan 2019 Çarşamba

Sırma&Ali İhsan


                                                            Bölüm-1

Zamanın ve mekanın önemli olmadığı bi' gerçeklikte, ali ihsan ve sırma isimli iki varoluş yaşarmış. ali ihsan yaşamı boyunca Güneş'in, sırma ise Ay'ın yolunu tutmuş hep. Bu sebeptendir ki ali ihsan kükreyen bir göksel küre iken, sırma ancak kimselerin olmadığı karanlıkta kendini açabilen bir parıltıymış.
ali ihsan ve sırmanın yolu bir gün kesişivermiş. ali ihsan sırmaya o kadar parlak ve görkemli gelmiş ki, sırma bir an için ali ihsanın aydınlığında kendisini var edemediğini hissedip varoluşunu tehdit altında hissetmiş. İlk zamanlar ali ihsan sırma'ya öylesine erişilemez geliyormuş ki, ali ihsanı referans aldığında kensini bir türlü tanımlayamıyormuş. Bir gece sırma bu durumdan sıkılıp ali ihsanın tüm şaşasına aldırış etmeden cesur bir hamlede bulunmuş. O adımına karşılık da ali ihsan onu ışığıyla kutsayıp tüm cömertliği ile krallığına kabul etmiş. İşte o zaman ali ihsan ve sırmanın hikayesi başlamış olmuş.
Sırma Ali ihsanın krallığında yeni bir sabaha uyanmış. Bu öyleymiş ki, ali ihsan asil bir krala layık, krallığının tüm kapılarını sırma için sonuna kadar açmışmış. Daha önce böyle bir şey deneyimlemeyen sırmanın ise tek hissettiği derin bir sevgi ve mutlulukmuş. sırma bu cömert daveti sevgiyle kabul etmiş ve aralarında o günden itibaren derin bir bağ yapılanmaya başlamış. Lakin bu krallıktaki mutluluk için tehlike çanlarının çalması çok uzakta değilmiş . Zaman geçtikçe Güneş ve Ay, doğaları gereği, her biri bu krallıkta birer varoluş mücadelesi vermeye başlamış. Halbu ki bu savaş sadece birbirlerini yıpratmaktan başka bi' şeye yaramayan bi' tür yanılsamadan başka bir şeye dönüşmeyecekmiş...
Güneş krallığında yeni bir yaşama adım atan ali ihsan ve sırma, vakitlerinin çoğunu bu krallıkta sevgi dolu bir şekilde geçiriyorlarmış. Ali İhsan bu krallığın hükümdarı olduğu için işi oldukça başından aşkınmış. Fakat en ufak bir boş anında soluğu hemen sırmanın yanında alıverirmiş. Krallıktaki bunca koşuşturmayı doğal karşılayan sırma, ali ihsan ne zaman soluğu onun yanında alıp sarılıp öpse; o zaman yaşamdaki hiç bir olumsuzluğun kendisini rahatsız edemeyeceği bir yerde kendisini buluverirmiş. Sırma bu krallıkta kendisini o kadar mutlu ve iyi hissediyormuş ki, gitgide bu krallık dışındaki yaşamdan soyutlanmaya başlamış. Bu güvenli ve mutlu yaşam, dış dünyadaki macerayı ve yeniliği bilinmezlik ve tehlike olarak algılamasına ve daha da içe kapanmasına sebep olmuş. Sırma bir süre sonra merkezinden uzaklaşmaya başladığını, kendisine hizmet etmeyi ve kendi yaşamının sorumluluğunu almayı bıraktığını fark etse de bu krallıkta olmak daha ağır basmış ve bu durumu ötelemeye karar vermiş.
Sırma yaşam yolunda henüz emekleme döneminde olan, bu sebeple de varoluşunu ve doğasını keşfetme sürecini deneyimleyen çırak bir ruhmuş. Bu zamana kadar bildiği tek şey, 'Ay' olmakmış. Kendi ışığını bile nasıl kullanacağını bilemeyen bu çırak için yaşam doğal olarak çoğunlukla varoluş sancısı içinde geçiyormuş. Bu enerji alanı, ali ihsana göre kıyaslanıldığında daha içe kapalılık ve inaktiflik, bir süre sonra ali ihsan'ın dikkatini çekmeye başlamış.
Bir gün Ali ihsan ve Sırma kraliyet sofrasında yemek yerken sırmaya neden böyle içe kapanık olduğunu, neden aksiyon almakta bu kadar zorlandığını ve hep bu düşük enerji alanıyla yaşadığını sormuş. Bu soru üzerine sırma o an ne diyeceğini bilememiş. Ne yapabilirmiş ki? O da bu durumdan hoşnut değilmiş ama kendini keşfetme sürecinde olan bu varlık için hayat da kendisi de keşfedilip anlaşılmayı bekleyen bir sonsuzluk olarak görülüyormuş ve sırma bu sonsuzlukta kaybolup gittiğini hissediyormuş. Elinden geldiğince kendisini ifade etmeye çalışmış, acemi bir ışık parıltısıymış o henüz yanıp sönen... Yaşam onun için birçok bilinmezlik doluymuş ve bazen çok düşünmekten ne adım atacağını bilemez oluyormuş. Ne yapabilirmiş ki şuan? O bir Ay'mış sadece, kendisini Güneş gibi şaşalı şaşalı ifade etmek ve bir krallığa hükmetmek onun için çok yabancıymış, nasıl yapılacağını bilmiyormuş işte...
Sırma kendisini titreyen sesiyle ifade etmeyi bitirdikten sonra ali ihsan da dinlemeyi bitirmiş ve öylece bir süre bakakalmış. Bu kadar inaktif kalmanın nesi mantıklıymış ki? Çıkıp dünyayı keşfetmeden, kendi varoluşunu en yüce şekilde ifade etmeden bu yaşamda olmanın anlamı neymiş? Bu kadar içe dönük olduğu sürece sırmayı nasıl çözüp anlayabilirmiş? Sırma daha yaşam yolunun başında böyleyse nasıl gelişip büyüyebilecekmiş? Sırmanın bu doğası Ali ihsana hiç normal gelmiyormuş. Halbuki sırma tüm bu kendisini ifade etme çabasından sonra ihtiyacı olan ve ali ihsandan beklediği tek şey ali ihsanın onu kollarına sarmasıymış. Nitekim bu Kral söylemleri onu hiç iyi hissettirmemiş ve ali ihsanın bu reaksiyonu onu kırmış. Sevdiği insan bile doğasını bu şekilde yadırgarken sırma bu krallıkta nasıl kendisi olabilirmiş? Fırtınalı günlerinde ali ihsanın limanına sığınıp soluklanamayacaksa bunu kimden bekleyebilirmiş? Sırma bu duruma içerleyip daha fazla konuşmamayı seçmiş. Ne var ki  zamanla bu durum iyileşeceğine sırma için daha zor bir hal almaya başlamış. 
Yaşadığı her sıkıntısını ali ihsanla paylaşmak istediğinde ali ihsandan beklediği yegane şey ''anlaşılmak'' iken, ali ihsan sırmaya gün geçtikçe bir kralın otoritesiyle gelmeye başlamış, ya da sırmaya öyle geliyormuş...
Bir gün ali ihsana bunu ifade ettiğinde ali ihsan bunu kabul etmemiş, üstelik aslında böyle yaparak sırmanın ali ihsanı yargıladığını ve olduğu gibi kabul etmediğini belirtmiş. Acaba gerçekten böyle olabilir miymiş...?
Sırma bir sabah uyandığında, Krallığın tehdit altında olduğunu ve sefer için savaş hazırlıkları yapıldığını görmüş. Hemen Ali İhsan'ın yanına koşmuş. Ali İhsan duyduklarının doğru olduğunu, bu yoğun ve stresli hazırlık sürecine liderlik etmesi gerektiğini ve hazırlıklar biter bitmez de sefere çıkması gerektiğini söylemiş. Ali İhsan bu yoğunlukta Sırma'ya vakit ayıramayacağını, bunu lütfen kişisel algılamamasını, bu süreçte Sırma'nın onu daha da sıkıp sarmalamasına ihtiyacı olduğunu çünkü bu sıkıntılı süreçte kendisinin de zor bir Aslana dönüşeceğini ifade etmiş. Sırma olanlar için üzülse de, tüm bu olup bitenlerin aralarına girmesinin imkanı yokmuş. Sırma zaten her koşulda Ali İhsan'ın yanında olmak ve onu tüm varlığıyla desteklemek için oradaymış. Ali İhsan'a olan bağı ve sevgisi, bunu zaten kendiliğinden gerçekleştiriyormuş...
Savaş hazırlıkları tüm yoğunluğuyla devam ederken ali ihsan gece gündüz demeden bu hazırlıkların başındaymış. Bu zor ve stresli yolda duygusal ve hassas ali ihsanın yeri olmadığı için, Krallığın Hükümdarı bir Aslanın yapması gerektiği gibi tüm agresyonu, ciddiyeti ve rasyonelliği ile Krallıktaki yönetimi sürdürmeye devam ediyormuş. Bu yoğun süreçte ali ihsan ve sırma aynı krallıkta birbirleriyle görüşemez olmaya başlamış. Yoğun ve yorucu geçen günlerin ardından sırma ali ihsanın birazcık nefes alıp kendisine gelmesi için ona yaklaşmasını beklemiş lakin ali ihsan o birkaç saatlik uyku zamanında bile yalnız uyumayı tercih etmeye başlamış. Sırma bu durumun onu üzdüğünü, ali ihsanın o ufacık zaman diliminde nefes alabilmesi için kendisine sığınmasına izin vermesini istese de ali ihsan odağının dağılmaması ve ayakta kalabilmesi için yalnız uyumasının onun için daha iyi olacağını belirtmiş. Böylelikle aynı krallık içinde farklı yerlerde yaşar gider olmuşlar ikisi de. Sırma hem Ali İhsan'a destek olamadığı için, hem ali ihsan bunu seçmediği için, hem de koskoca krallıkta kendisini yapayalnız hissettiği için mutsuz ve üzgün olmaya başlamış. '' Belki de ben yeterince kapsayıcı değilimdir'' deyip ali ihsanın adım atmasını beklemeden her seferinde onun yanında olabilecek bir alan, bir fırsat yaratmak istese de tüm bu edimleri başarısızlık ve red ile sonuçlanmış. Ali İhsan'ın son derece zorlu ve yoğun bir süreçten geçtiğini, büyük bir varoluş mücadelesi verdiğini gayet iyi anlıyormuş. Bu durumda kim ali ihsanı sırmadan daha iyi anlayabilir, o varoluş mücadelesini ve ayakta kalma  sürecinde yaşadıklarını, hissettiklerini sırmadan başka kim daha iyi bilebilirmiş ki?
İşte sırf bu sebeple ali ihsanın kendisine bir an da olsa sığınmasını dört gözle bekliyormuş çünkü derinlerdeki o aslanın ''anlaşılmaya, biraz güvende ve huzurda hissetmeye'' ihtiyacı olduğunu en iyi sırma biliyormuş. Nitekim kendisin de varoluş yolculuğunda aradığı tek şey bu değil miymiş ?
Sefere birkaç gün kala birbirlerine o kadar uzak olmuşlar ki, sırma bu krallıktaki varoluş sebebini sorgulamaya başlamış. Burada olmasının amacı neymiş? Bu krallıkta ne sebeple bulunuyormuş? Belki de bu yoğunlukta ali ihsanı yalnız bırakmasının  ikisine de iyi geleceğini düşünerek saraydan ayrılmaya karar vermiş...
Ali ihsan'ın bildiği tek şey Güneş olmak, Aslan olmak, Kral olmakmış. Onun varoluşu hep bu olmuş. Bunu başkaları için değil, kendi doğası böyle olduğu için seçmiş ve bu yolda ilerlemiş. Şimdi bu zorlu dönemeçte alacağı her karar, atacağı her adım bu kadar önemliyken; odağının dağılmasına, gardını düşürmesine nasıl izin verebilirmiş? Sırma bunu nasıl anlayamıyormuş? Sorun sırmada değilmiş ki, sadece ali ihsanın yapması gereken bu varoluşuna ve kendisine olan saygının ve bunun sorumluluğunu almak; ki bu onun en temek seçimiymiş.
Ali ihsanın başından beri sırmaya anlatmak istediği de aslında buymuş. Kendi macerasına çıkmak ve hayatı olduğu gibi kucaklayıp kendisinden başka kimseye, hiç bir şeye tutunmadan, ihtiyaç hissetmeden var olabilmek!
"Ben burdayım!" diyebilmenin ve bunu deneyimleyebilmenin  en görkemli yolu bu değil de başka ne olabilirmiş!?