''Herkese,tüm dünyaya,tüm evrene günaydın.Umarım herkes için Mükkemmel bir gün olur...''
Uzun bir süredir yatakten bu cümleleri tekrar ederek kalkıyorum.Hipnotik bir uykudaymışım gibi hergün yatağımdan kalkmadan tekrarladığım bu cümleler birgün kafama birşeyin ''Dank!'' etmesini sağladı:''Mükkemmellik takıntım...''
Bu konu ile ilgili uzun süre düşününce ben dahil çoğu insanın bu takıntı ile sürüklendiğini farkettim.Hayatımızda ki herşeyin,kendimizin,çevremizde ki insanların mükkemmel olmasını istiyoruz ve bunun için elimizden geleni yapıyoruz.Peki başarıp mutlu olabiliyormuyuz? Hayır. Peki neden hiç düşününüz mü? Ben biraz düşündüm.Sanırım cevabını biliyorum...
Mükkkemmellik nedir? Mükkemmel ne anlama geliyor? Mükkemmel olsun derken neyi kastediyoruz? Kendimde ki bu takıntının sebebini ve anlamını çözmeye çalışırken tıkantığım noktaların hepsinde bu sorulara verecek tam bir cevap bulamamaktan kaynaklandığını fark ettim.Bu soruların cevapları o kadar soyut ve öznel ki,evrensel bir cevap bulabilmek imkansız.Olayın ironik kısmı ise çoğumuzun bu sorulara verecek öznel bir cevabı bile olmaması(şahsen ben onca düşünmeme rağmen bulamadım).Durum böyle olunca içimizde ki bu mükkemmellik saplantısıyla etrafa her saldırışımız başarısızlıkla sonuçlanıyor.Bunun sonucunda bedenimizi bir sinir demeti kaplıyor ve bu sefer çevremize ateş püskürüyoruz.Biraz sakinleştiğimiz de birde bakmışız ki bertaraf ettiğimiz çevremizde onlarca kırık kalp eşliğinde yalnız başımıza sadece biz kalmışız...
Kendi mükkemmellik takıntımın çevremdeki hayatları da kendi isteğim ve arzularıma göre müdahale ve değiştirme girişiminde bulunacak kadar ileri gittiğini fark ettiğimde gecenin bir yarısı annemle tartışma içerisindeydim.Diyologlar tam olarak aklımda olmadığı için bir bir aktaramayacağım ama tartışmanın konusunda yine tabiki ben ve anneme göre zehirli dilimden çıkan cümleler vardı.Onu eleştirdiğim konu ise cevabını bildiği soruları hala ısrarla neden insanlara sormaya devam etmesiydi.Bunu da direkt bir soru olarak ona iletmiştim.O da Benim sesimin tınısında insanı yaralayacak ve aşağılayacak bir ton olduğunu söylüyordu.Bende kendimi İnsan oğlunun söylediklerini böyle anlayabiliyosa bunda ancak bir kasıt olmalı gibi cümlelerle kendimi savunmaya çalışıyordum.Sonra tartışma biraz daha alevlendi,restler çekildi ve sonunda yataklarımıza gittik.Güzel bir iyi geceler sohbeti olmamakla birlikte sinirden o akşam gözüme pek uyku girmese de, kendim hakkımda ki bazı özeleştirilerim annemin bazı noktalarda doğru olduğunu anlamamı sağladı.Çevremde ki insanları o kadar çok yadırgıyor ve onlara o kadar çok müdahele ediyordum ki,bu ister istemez beni ukala ve küstah biri gibi gösteriyordu.Bu yüzden annemin söyledikleri çokta yanlış değildi.Ama benimde haklı olduğum şöyle bir nokta vardı ki,ağzımdan çıkan cümle kelimesi kelimesine doğruydu.Peki bu bana haklı bir durum kazandırırmıydı?Söz konusu başka bir insan ve onun hayatı olunca bu pek mümkün görünmemekte tabiki.Yine de haklı olduğum gerçeği ile ben içten içe yanıp tutuşurken,söylediğim her cümlenin bir tartışma başlatması benimde sinirlerimi fazlası ile hoplamasına sebep oluyordu ister istemez.Ortada şöyle bir durum vardı:Ben söyleyiş tarzım ve kullandığım kelimeler yüzünden,annemler de söylediklerimi hiçbir zaman dikkate almadıkları ve bana inat almayacakları yüzünden haksızlardı.Ben bu sonucu olmayan tartışmalardan o kadar çok sıkıldım ki,artık hiçbişey hakkında yorum yapmamaya karar verdim.
Daha sonra bu mükkemmellik takıntım hakkında hakkında biraz daha detaylı düşününce,bunun aslında benim birtür yaşam felsefem olduğunu anladım.Hayatımda ki herşeye çok fazla dikkat ediyordum.Giyim ve aksesuar kullanımında elimden geldiğinde dikkatli olmaya çalışıyordum.Kendi kişisel bakımıma çok fazla önem gösteriyordum,çevreme ve yaptığım herşeye de elimden geldiğince aynı özeni göstermeye gayret ediyordum.Sürekli kendimi geliştirmeye ve eksik yanlarımın üzerine gitmeye çalışıyordum.Çünkü şu dünyaya geldiğim bu bedenle,bu duruma elimden geldiğince hakkını vermeye çalışıyordum.Peki ben bunun için çalışıp didinirken çevremdekilerin,ailemin de bu özeni göstermesini istemem çok muydu ? Bence değil.Yinede sonuçta sizden yaşça büyük insanlarla iletişime geçerken hep biyerde sohbe tökezliyor.Onlar yaşla saygıyı aynı oranda gördüğü için sizlerin söylediği doğru olsa bile kendi bildiklerini okumaya devam ediyor.Bizde bıdı bıdı konuşmaya devam ediyoruz.Dediğim gibi bu sonucu olmayan bir karadelik,bir tartışma.En iyisi bu deliğin içine girmemek.Beğenmediğimiz durumlarda da o ortamda bulunmamak...
Hala mükkemmelin,yapmak istediğim şeyin ne olduğunu bilmeden bu takıntıda ısrar etmemin yada aldığım bazı kararların doğruluğundan emin olmasam da birgün cevapları bulma pahasına bu yolda ilerlemeye karar verdim.Birbirinden farklı iki durum bir araya geldiğinde evren kanunu gereğince mutlaka o iki durum birbirlerini kendilerine benzetmeye çalışacağından sanırım mükkemmellik takıntısı olanlar ve çevresindekiler arasındaki savaş da sonsuza dek devam edecek.Bu savaştan her iki cepheninde en az zarar görmesinin tek yolu bizim ne istediğimizi tam olarak bilmemiz,karşımızdakinin de bizim söylediklerimize elinden geldiğince sağduyulu yaklaşması gibi duruyor şimdilik.Eğer sizde bu takıntıya sahipseniz sizi yargılayamam,çevrenizdekilere haksızlarda diyemem.Sanırım orta yolu bulabilmek yine bize kalıyor.Tabiki öyle bir yol varsa eğer...
28 Temmuz 2011 Perşembe
17 Temmuz 2011 Pazar
Before-After
Arkamı dönüp görevliye baktığımda çoktan projeksiyon aletini kapatmıştı bile... Halbu ki ne çabuk geçmişti koskoca 10 yıl.O an zamanın akıl almaz doğasını hissettiğimde bir ürperti sardı bedenimi.Tanımlayamadığım bi duygu eşliğinde Hp ve azkaban tutsağı afişinin önünde buluverdim kendimi. Hp'yi sinema büyüsü eşliğinde ilk kez o zaman deneyimlemiştim.Sanırım biraz da şanslıymışım serinin belkide en iyi filmi beni bu şekilde bulmuştu.Afişe bakarken heyecanlanmamak mümkün değildi.3 gencin korku-heyecan dolu bakışları,arkada belli belirsiz ruh emiciler...Filmi 12 yaşında ki bir çocuğun-ergenin hissedebileceği tüm derin duygularla bekliyordum oturduğum koltukta.Film başlamıştı ve işte oturduğum bu koltukta artık sona ermişti.Geniş basamaklardan çıkış kapısına ilerlerken tek düşündüğüm''şimdi ne olacağı'' ydı. Çünkü biliyordum ki bu bitiş eften püften birşeyin bitişi değildi.Koskaca 10 yıl boyunca popüler kültürün zirvesine hak ederek çıkmayı başarmış kusursuz bir serinin bitişiydi bu son.Film 00.15 te bittiği için avmde ki tüm mağazalar kapalı,sadece sinema bölümü açıktı.Loş ışık ve sessizliğin eşlik ettiği orion o an bana daha güzel göründü birden.O an ki atmosferin tadını çıkara çıkara evin yolunu tuttum,içimde ki garip bir huzurluk ile birlikte...
Aklımda ki soruları bikenara bırakıp sessiz caddenin kaldırım tarafında eve doğru yürürken filmi tekrar gözden geçirmek istedim.Filmi izlerken takıldığım bikaç noktayı o an görmezden gelip filmin heyecanını bozmak istememiştim.Herşeyin bitişi ile daha soğukkanlı düşünebiliyordum artık.Takıldığım o 1-2 noktaya geri döndüğümde ve filmin ana konusunu şöyle bir yokladığımda ortada nasıl bir yapım olduğunu hemen anladım.Yönetmen yine sınıfta kalmaya adaydı.
Biz 10 yıl boyunca olabildiğince yanında olduk bu yapımın.Çocuk,genç,yaşlı;film,kitap,dvd,oyun gözetmeksizin bu mükkemmel hikayenin destekçisi olduk hep.Peki J.K Rowling dışında bu seriyi bizlere çeşitli şekilde sunan diğer yapımcılar bizim bu emeğimizi ne kadar hakkettiler?(EA Games'in rezalet ötesi son çalışmasına değinmek bile istemiyorum.) WB diğer serilerde ki kusurlarını bu filmde düzeltmişmiydi? Son 3 filmin yönetmeni bu sefer iyi bir iş çıkarmışmıydı? Cevap:hayır...
Evet bunu bu kadar net söyleyebiliyorum çünkü ne yazık ki gerçek bu.Fikrimi savunmak adına Son film hakkında gereksiz bilgiler yazıp boşyere spoiler yapmak istemiyorum şuan.Yinede isteyenler film hakkında eleştirmenlerin yorumlarına bakabilirler.Ben şu ana kadar olumlu düşünen pek bişey okumadım.Henüz izlemeyenleri hayal kırıklığına uğratmak ta istemem ama büyük bi beklenti içinde gitmeseniz çok daha iyi olur sizin için.
Şu bir gerçek ki son yönetmen değişikliği bu serinin intaharı oldu.Bunu kesinlikle anladık ki David bu işi gerektiği gibi beceremedi.Evet iyi bir iş çıkardı ama çok iyi bir iş değil.Elinizde bu kadar güzel bir hikaye varken nasıl bu kadar sığ ve kopuk bir yapım ortaya koyabilir bir insan?Gözünü para hırsı bürümüş olabilir.Bir an önce sıcak parana kavuşmak isteyebilirsin.Ama bu insani duyguların sana milyonlarca insanla dalga geçer gibi ortaya şöyle-böyle birşey koyma hakkını vermez.Tabiki asıl suç David'i bu filme yönetmen olarak getirenin.Yine de Tanrının sevgili kuluymuşuz ki ilk filmden itibaren bu seriyi üstlenmedi.Yoksa belkide dünya bu serinin bitişini duymazdan bile gelebilirdi.
İyi yada kötü şuan ki tek gerçek bu serinin bitmiş olması.Biz Hp sevenleri şimdi ne yapacağız diye düşünürken belkide şuan ki tek avuntumuz ''pottermore''.Pottermore hakkında şuan için detaylı bir açıklama gelmedi J.K Rowling tarafından.Tek bilinen Hp hakkında ki bir website olduğu.Bizde şuan heyecanla bu siteyi beklemekteyiz.Hp çılgınlığını biraz daha canlı tutmak adına seçilmiş bir yöntem olduğu belli olsa da ben yine de bunun uzun zamanda başarılı olacağını zannetmiyorum.Koskoca bir hikaye yeri dolduralamaz birşekilde içimizde bekliyor.Artık tek yapabileceğimiz eskileri yad etmek.
Filmde beni sevindiren ender noktalardan biri ise sonunun tam bir bitiş şeklinde olmamasıydı bana göre.Bu Hp ile bağlantılı yeni bir seri yada yapım daha çıkabilir mi acaba diye düşünmeme neden oldu tabiki ister istemez.Bu büyülü dünya 8 filme sığdırılmamalı bencede.Ana kahramanlar değişebilir,ama Hogwarts eşsiz bir hayal ürünü ve bu mekan seyircilerden hemen koparılmamalı bana kalırsa.En güzeliyle kısa kesmek daha güzel aslında demiyorda değil tabiki insan.Fakat işte dediğim gibi ''İnsan''ız:Aç gözlü =)
Doğanın kanunu herşekilde karşımıza çıkıveriyor işte.Doğ-büyü-öl. Hp de adeta eksiksiz bir canlı gibi doğdu,büyüdü ve artık son buldu.Binlerce yıldır içinde yaşadığımız bu evrenin kanununa alışamayıp yinede bu duruma üzülmemiz çok ilginç.Nefes aldığımız bu dünyada her an birşeyler bizden koparken birşeyler de bizi doldurmaya,tamamlamaya devam ediyor.Her zaman içimizde ki boşluklar tamamen kapanmasa da umarım öyle birgün gelir ki gelen gideni hiçbir zaman aratmaz.Şimdilik hep beraber bu hikayenin tadını çıkaralım ve beklemeye devam edelim.Hayat süprizlerle doludur nede olsa.Kimbilir belkide...
Aklımda ki soruları bikenara bırakıp sessiz caddenin kaldırım tarafında eve doğru yürürken filmi tekrar gözden geçirmek istedim.Filmi izlerken takıldığım bikaç noktayı o an görmezden gelip filmin heyecanını bozmak istememiştim.Herşeyin bitişi ile daha soğukkanlı düşünebiliyordum artık.Takıldığım o 1-2 noktaya geri döndüğümde ve filmin ana konusunu şöyle bir yokladığımda ortada nasıl bir yapım olduğunu hemen anladım.Yönetmen yine sınıfta kalmaya adaydı.
Biz 10 yıl boyunca olabildiğince yanında olduk bu yapımın.Çocuk,genç,yaşlı;film,kitap,dvd,oyun gözetmeksizin bu mükkemmel hikayenin destekçisi olduk hep.Peki J.K Rowling dışında bu seriyi bizlere çeşitli şekilde sunan diğer yapımcılar bizim bu emeğimizi ne kadar hakkettiler?(EA Games'in rezalet ötesi son çalışmasına değinmek bile istemiyorum.) WB diğer serilerde ki kusurlarını bu filmde düzeltmişmiydi? Son 3 filmin yönetmeni bu sefer iyi bir iş çıkarmışmıydı? Cevap:hayır...
Evet bunu bu kadar net söyleyebiliyorum çünkü ne yazık ki gerçek bu.Fikrimi savunmak adına Son film hakkında gereksiz bilgiler yazıp boşyere spoiler yapmak istemiyorum şuan.Yinede isteyenler film hakkında eleştirmenlerin yorumlarına bakabilirler.Ben şu ana kadar olumlu düşünen pek bişey okumadım.Henüz izlemeyenleri hayal kırıklığına uğratmak ta istemem ama büyük bi beklenti içinde gitmeseniz çok daha iyi olur sizin için.
Şu bir gerçek ki son yönetmen değişikliği bu serinin intaharı oldu.Bunu kesinlikle anladık ki David bu işi gerektiği gibi beceremedi.Evet iyi bir iş çıkardı ama çok iyi bir iş değil.Elinizde bu kadar güzel bir hikaye varken nasıl bu kadar sığ ve kopuk bir yapım ortaya koyabilir bir insan?Gözünü para hırsı bürümüş olabilir.Bir an önce sıcak parana kavuşmak isteyebilirsin.Ama bu insani duyguların sana milyonlarca insanla dalga geçer gibi ortaya şöyle-böyle birşey koyma hakkını vermez.Tabiki asıl suç David'i bu filme yönetmen olarak getirenin.Yine de Tanrının sevgili kuluymuşuz ki ilk filmden itibaren bu seriyi üstlenmedi.Yoksa belkide dünya bu serinin bitişini duymazdan bile gelebilirdi.
İyi yada kötü şuan ki tek gerçek bu serinin bitmiş olması.Biz Hp sevenleri şimdi ne yapacağız diye düşünürken belkide şuan ki tek avuntumuz ''pottermore''.Pottermore hakkında şuan için detaylı bir açıklama gelmedi J.K Rowling tarafından.Tek bilinen Hp hakkında ki bir website olduğu.Bizde şuan heyecanla bu siteyi beklemekteyiz.Hp çılgınlığını biraz daha canlı tutmak adına seçilmiş bir yöntem olduğu belli olsa da ben yine de bunun uzun zamanda başarılı olacağını zannetmiyorum.Koskoca bir hikaye yeri dolduralamaz birşekilde içimizde bekliyor.Artık tek yapabileceğimiz eskileri yad etmek.
Filmde beni sevindiren ender noktalardan biri ise sonunun tam bir bitiş şeklinde olmamasıydı bana göre.Bu Hp ile bağlantılı yeni bir seri yada yapım daha çıkabilir mi acaba diye düşünmeme neden oldu tabiki ister istemez.Bu büyülü dünya 8 filme sığdırılmamalı bencede.Ana kahramanlar değişebilir,ama Hogwarts eşsiz bir hayal ürünü ve bu mekan seyircilerden hemen koparılmamalı bana kalırsa.En güzeliyle kısa kesmek daha güzel aslında demiyorda değil tabiki insan.Fakat işte dediğim gibi ''İnsan''ız:Aç gözlü =)
Doğanın kanunu herşekilde karşımıza çıkıveriyor işte.Doğ-büyü-öl. Hp de adeta eksiksiz bir canlı gibi doğdu,büyüdü ve artık son buldu.Binlerce yıldır içinde yaşadığımız bu evrenin kanununa alışamayıp yinede bu duruma üzülmemiz çok ilginç.Nefes aldığımız bu dünyada her an birşeyler bizden koparken birşeyler de bizi doldurmaya,tamamlamaya devam ediyor.Her zaman içimizde ki boşluklar tamamen kapanmasa da umarım öyle birgün gelir ki gelen gideni hiçbir zaman aratmaz.Şimdilik hep beraber bu hikayenin tadını çıkaralım ve beklemeye devam edelim.Hayat süprizlerle doludur nede olsa.Kimbilir belkide...
15 Temmuz 2011 Cuma
End of the Time!
Bağımlılık...Kötü bir kelime gibi duruyor değil mi?Aslında hepimizin aşikar olduğu ve bir o kadar içinde bulunduğumuz bir durum.Hep söylenir dururuz:''Ben özgürüm!Ben bağımsızım!Ben şöyleyim,Ben böyleyim...''.Her ne kadar bu cümleleri söylerken kendimizi iyi hissetsekte,aslında hayatımızın bu söylediklerimizle alakası olmadığı apaçık ortadadır.En basit örneği ile her sabah uyandığımız anda sarıldığımız bir bardak su,bir bardak kahve,bir bardak çay...Onlar olmasa nasıl kendimize gelebiliriz?Nasıl güne başlarız değil mi?Sabah kalktığınızda kahveniz mi bitmiş?Çay mı almayı unutmuşsunuz?Yoksa hep aynı marka içtiğiniz hazır su yerine aileniz farklı bir su mu almış busefer?Eyvahlar olsun!Kaçtı güzelim gün...
Ne kadar acıklı ve trajik bir durum değil mi?Doğduğun andan itibaren Anne'ye olan bağımlılık zincirimiz,biz büyüdükçe hızla artmaya ve bizi adeta çemberi altına almaya başlıyor.''Balık hafızalımısın oğlum sen?'' diyerek dalga geçtiğimiz varlık bile doğumundan ölümüne kadar yalnız,bağımsız olarak yaşıyor .Kimbilir onlar da belkide kendi aralarında ''Dostum sende iyice manyadın.İnsan gibi bağımlılık manyağı oldun lan!'' diyorlardır kendi aralarında.Söyleseler bile yalnış olduğu söylenemez.Dünyada enbüyük silaha,akla,sahip bizler kadar bağımlı olan bir canlı varmı hiç?Hiç düşünmeyin ben size cevabı hemen vereyim:Hayır!Yazarken bile insanın kendisine acımaması mümkün değil.Yazık...
İşin ilginç yanı,herkes bu durumdan son derece mutlu,rahat.Kimsenin bağımlı,himaye altında olma gibi bir problemi yok.Piramit şeklindeki görünmez bir platform üzerinde ya birileri tarafından kaplanıyor ya kapsanıyoruz.Bu kısır döngü içinde tıkılmışız.Yardım isteyen insanlar ise o kadar azınlıkta ki,feryatları çoğunlukla duyulmuyor bile.
Karakterimin getirdiği bağımsızlık içgüdüsü,kendi hayatıma yön vermeye başladığım şu yıllarda bu durumdan sıkılan her insan gibi kendime dönmeme ver mümkün olduğunca az bağımlı olabilmem için elimden geleni yapma durumu içine sürükledi beni.İçinde bulunduğumuz bu dehşet verici durum,yaşamın getirmiş olduğu son derece ironik bir tesadüf eseri öğrendim ki bu aslında insanlıktan beri bilinmekteymiş.Üstelik bir deha tarafından kendi tam bağımsızlığını ilan etmende sana ön ayak olacak bir felsefe geliştirilmiş.Varoluş felsefesinin belkide en derin ve anlaşılmaz tabakasında yer alan bu felsefe ve yandaşlarının hayatlarını öğrendiğimde,kendimin aslında onların yanında ne kadar aciz ve basit bir varlık olduğumu anlamam çokta uzun sürmedi.En zorlu,en çetin savaşlardan bile yara almadan çıkan,yeme ve içme gibi insani gereksinimlere ihtiyaç duymayan,hiç uyumayan,ölümsüzlüğünü kazanmış mutlak bir azınlık...İlk okuduğumda bende fantastik bir kitap okuyor sanmıştım.Sanırım kolay yolu seçip inkar etmek hepimizin işine geliyor.İster inanın ister inanmayın ama bizim bu tam bağımlı hayatlarımızın egemen olduğu bu dünyada tamamen özgürlüklerini ilan etmiş azda olsa insanlar hüküm sürmüş,onlar birer ölümsüz kahraman olduklarına göre hala içimizde hüküm sürmekteler.Bu tür insanların varlığı,onlar kadar olamasada en azından bu hükmen giydiğimiz tam bağımlılık kefenimizin bazı kısımlarını yırtıp atmamız konusunda bizlere ilham,güç kaynağı olabilir.Bu dünyaya gelme sebebimiz de budur belkide.Kendi krallığımızı,kendi bağımsızlığımızı nasıl kazanacağımızı öğreneceğimiz bir deneme tahtasının üzerindeyizdir belki...
Doğduğumuz andan annemize olan bağımlılığımız,bu samimi maske ile birlikte yavaşça hayatımıza sızar ve bizi ele geçirir.Maddesel olarak bağımlı olduğumuz onlarca şey varken,birde bizlere birbirimize bağımlı olmamız öğretilir.Yalnızlık lanetlenir durur çevremizdekiler tarafından.Hep kulaklarımıza küpe edilir.''Yalnızlık Tanrı'ya mahsustur!''Evet çok doğru söylenmiş bir söz.Sen bu dünyada kendinin Tanrı'sı değilsen,böyle bir niyetin yoksa bağımlı olmamak için hiçbir nedenin yok.Ama hep küfrettiğimiz,içinde yaşamaktan bıkkınlık geçirdiğimiz bu hayatımızın bu kadar olumsuz ve sefil durumda olmasının sebebi tamamiyle bizim bağımlı olma eğiliminiz yüzündendir.Bağımlılık,karşı tarafa güven,istediğimiz an başımızı koyabileceğimiz sıcacık bir omuz uzaktan güzel görülebilir.Ama şu da bir gerçektir ki iki bireyin tek bir birey olması da imkansızdır.Karşı taraftan aldığın yada verdiğin asla arz-talep bakımından %100 uyumlu olamaz.İşte bu yüzden de yetinmek zorundasındır.Yetinmek ve bu hayatına isyan etmek...
Herşeye rağmen hala bu yazıyı okuyorsan,nefes alıyorsun demektir.Hala umut var demektir.Hayatında imkansızları yaratmak ve değişmesi imkansız olayları sonsuza dek geçmişte bırakmak için önündeki tek engel sensin.Eğer sınırsızlığı,sonsuzluğu istiyorsan,eğer krallığa hükmetmek istiyorsan,önce kral olman gerek.Sefil bir yoksul olarak bir krallık yönetemezsin.''Önce Kral ol,Krallık ardından gelecektir...''
Bu artık bazı insanlar tarafından farkedilmiş durumda.Yakında insanlık iki farklı tür olarak bölünecek:Sonsuz yada sonlu .Önemli olan şuan bulunduğun taraf değil.Önemli olan seçtiğin,içinde bulunmak istediğin taraf.Düşünce biçiminden başlayarak sana empoze edilen bu yoksulluktan kurtulmaya başla biran önce.İçtiğin sigarayı,alkolü çöpe at.Hayatının merkezine kendini koy.Bırak artık birilerine ait olma saçmalığını.Kimse seni,sende kimseyi sevmek,onun egemenliği altında olmak zorunda değilsin.sen kendini sev, kendine değer ver.Seni tekrar kandırmalarına izin verme.Eğer gözlerini hala içinde bulunduğun bu duruma karşı kapalı tutmaya devam edersen,Bu dünyada kendi cennetlerini yaratmış olan insanlar sonsuza dek mutlulukla sonsuzluklarını haykırırken,senin o gözlerin sonsuza dek kapanacak ve yaşamış olduğun tüm o yıllar bir hiçe dönüşecek...
Yaklaşık 2000 yıldır bu dünya üzerinde sahte egemenliğimiz ile bulunuyoruz.Çok yakında elimizdeki bu tapu sahte olma özelliğini göstermeye başlayacak.Kaybedecek tek bir sanyemiz bile kalmadı artık.Dünya sonsuza dek değişecek ve tüm dengelerin alt üst olacağı bir sürece çoktan girdi ve artık sona gelindi.Düşün,taşın,kaşın ve karar ver.
''Sen hangi tarafta olacaksın?''
Ne kadar acıklı ve trajik bir durum değil mi?Doğduğun andan itibaren Anne'ye olan bağımlılık zincirimiz,biz büyüdükçe hızla artmaya ve bizi adeta çemberi altına almaya başlıyor.''Balık hafızalımısın oğlum sen?'' diyerek dalga geçtiğimiz varlık bile doğumundan ölümüne kadar yalnız,bağımsız olarak yaşıyor .Kimbilir onlar da belkide kendi aralarında ''Dostum sende iyice manyadın.İnsan gibi bağımlılık manyağı oldun lan!'' diyorlardır kendi aralarında.Söyleseler bile yalnış olduğu söylenemez.Dünyada enbüyük silaha,akla,sahip bizler kadar bağımlı olan bir canlı varmı hiç?Hiç düşünmeyin ben size cevabı hemen vereyim:Hayır!Yazarken bile insanın kendisine acımaması mümkün değil.Yazık...
İşin ilginç yanı,herkes bu durumdan son derece mutlu,rahat.Kimsenin bağımlı,himaye altında olma gibi bir problemi yok.Piramit şeklindeki görünmez bir platform üzerinde ya birileri tarafından kaplanıyor ya kapsanıyoruz.Bu kısır döngü içinde tıkılmışız.Yardım isteyen insanlar ise o kadar azınlıkta ki,feryatları çoğunlukla duyulmuyor bile.
Karakterimin getirdiği bağımsızlık içgüdüsü,kendi hayatıma yön vermeye başladığım şu yıllarda bu durumdan sıkılan her insan gibi kendime dönmeme ver mümkün olduğunca az bağımlı olabilmem için elimden geleni yapma durumu içine sürükledi beni.İçinde bulunduğumuz bu dehşet verici durum,yaşamın getirmiş olduğu son derece ironik bir tesadüf eseri öğrendim ki bu aslında insanlıktan beri bilinmekteymiş.Üstelik bir deha tarafından kendi tam bağımsızlığını ilan etmende sana ön ayak olacak bir felsefe geliştirilmiş.Varoluş felsefesinin belkide en derin ve anlaşılmaz tabakasında yer alan bu felsefe ve yandaşlarının hayatlarını öğrendiğimde,kendimin aslında onların yanında ne kadar aciz ve basit bir varlık olduğumu anlamam çokta uzun sürmedi.En zorlu,en çetin savaşlardan bile yara almadan çıkan,yeme ve içme gibi insani gereksinimlere ihtiyaç duymayan,hiç uyumayan,ölümsüzlüğünü kazanmış mutlak bir azınlık...İlk okuduğumda bende fantastik bir kitap okuyor sanmıştım.Sanırım kolay yolu seçip inkar etmek hepimizin işine geliyor.İster inanın ister inanmayın ama bizim bu tam bağımlı hayatlarımızın egemen olduğu bu dünyada tamamen özgürlüklerini ilan etmiş azda olsa insanlar hüküm sürmüş,onlar birer ölümsüz kahraman olduklarına göre hala içimizde hüküm sürmekteler.Bu tür insanların varlığı,onlar kadar olamasada en azından bu hükmen giydiğimiz tam bağımlılık kefenimizin bazı kısımlarını yırtıp atmamız konusunda bizlere ilham,güç kaynağı olabilir.Bu dünyaya gelme sebebimiz de budur belkide.Kendi krallığımızı,kendi bağımsızlığımızı nasıl kazanacağımızı öğreneceğimiz bir deneme tahtasının üzerindeyizdir belki...
Doğduğumuz andan annemize olan bağımlılığımız,bu samimi maske ile birlikte yavaşça hayatımıza sızar ve bizi ele geçirir.Maddesel olarak bağımlı olduğumuz onlarca şey varken,birde bizlere birbirimize bağımlı olmamız öğretilir.Yalnızlık lanetlenir durur çevremizdekiler tarafından.Hep kulaklarımıza küpe edilir.''Yalnızlık Tanrı'ya mahsustur!''Evet çok doğru söylenmiş bir söz.Sen bu dünyada kendinin Tanrı'sı değilsen,böyle bir niyetin yoksa bağımlı olmamak için hiçbir nedenin yok.Ama hep küfrettiğimiz,içinde yaşamaktan bıkkınlık geçirdiğimiz bu hayatımızın bu kadar olumsuz ve sefil durumda olmasının sebebi tamamiyle bizim bağımlı olma eğiliminiz yüzündendir.Bağımlılık,karşı tarafa güven,istediğimiz an başımızı koyabileceğimiz sıcacık bir omuz uzaktan güzel görülebilir.Ama şu da bir gerçektir ki iki bireyin tek bir birey olması da imkansızdır.Karşı taraftan aldığın yada verdiğin asla arz-talep bakımından %100 uyumlu olamaz.İşte bu yüzden de yetinmek zorundasındır.Yetinmek ve bu hayatına isyan etmek...
Herşeye rağmen hala bu yazıyı okuyorsan,nefes alıyorsun demektir.Hala umut var demektir.Hayatında imkansızları yaratmak ve değişmesi imkansız olayları sonsuza dek geçmişte bırakmak için önündeki tek engel sensin.Eğer sınırsızlığı,sonsuzluğu istiyorsan,eğer krallığa hükmetmek istiyorsan,önce kral olman gerek.Sefil bir yoksul olarak bir krallık yönetemezsin.''Önce Kral ol,Krallık ardından gelecektir...''
Bu artık bazı insanlar tarafından farkedilmiş durumda.Yakında insanlık iki farklı tür olarak bölünecek:Sonsuz yada sonlu .Önemli olan şuan bulunduğun taraf değil.Önemli olan seçtiğin,içinde bulunmak istediğin taraf.Düşünce biçiminden başlayarak sana empoze edilen bu yoksulluktan kurtulmaya başla biran önce.İçtiğin sigarayı,alkolü çöpe at.Hayatının merkezine kendini koy.Bırak artık birilerine ait olma saçmalığını.Kimse seni,sende kimseyi sevmek,onun egemenliği altında olmak zorunda değilsin.sen kendini sev, kendine değer ver.Seni tekrar kandırmalarına izin verme.Eğer gözlerini hala içinde bulunduğun bu duruma karşı kapalı tutmaya devam edersen,Bu dünyada kendi cennetlerini yaratmış olan insanlar sonsuza dek mutlulukla sonsuzluklarını haykırırken,senin o gözlerin sonsuza dek kapanacak ve yaşamış olduğun tüm o yıllar bir hiçe dönüşecek...
Yaklaşık 2000 yıldır bu dünya üzerinde sahte egemenliğimiz ile bulunuyoruz.Çok yakında elimizdeki bu tapu sahte olma özelliğini göstermeye başlayacak.Kaybedecek tek bir sanyemiz bile kalmadı artık.Dünya sonsuza dek değişecek ve tüm dengelerin alt üst olacağı bir sürece çoktan girdi ve artık sona gelindi.Düşün,taşın,kaşın ve karar ver.
''Sen hangi tarafta olacaksın?''
The Battlefield
Aşk bir savaş.Bir meydan savaşı...Dünyanın bir gerçek tarihi var.Birde birokadar şaşalı aşk tarihi.Kimileri adını bu tarihe altın harflerle yazdırır,kimi adı bile duyulmadan yokolup gider.Böyle büyük bir olguya sahip olmak kolay değil tabiki.Savaşmak,mücadele etmek gerek.Peki kimin aşkı daha saf ? daha gerçek ?Aşkını tüm meydana haykıran,heryerde belli eden mi? Yoksa senin için sessizce kendinden birşeyler feda eden,acı çeken kişinin aşkı mı?
Bir kişiyi birden çok kişinin sevmesi çok zor.Mutlaka bir kişi mutlu olur,diğerleri elenir.Tabi bu eleme de bir savaşla gerçekleşir.Kimileri erdemlidir.Dürüsttür. Hile yapmaz.Adam gibi birkez ve hilesiz savaşır.Kazanırsa ganimetini alır,kazanamazsa da çeker gider.Bazı savaşlar ise son derece çekişmeli geçer.2 tarafta kolay kolay pes etmez.Karşı tarafı alt etmek için ellerinden geleni yaparlar.Herşeye rağmen biri yine kazanır.Fakat diğeri oldukça zarar görmüştür.Pişman değildir herşeye rağmen.Sonuçta bir kişi kazanıcak,diğeri keybedicektir.
Peki hangisi doğru?Dürüstçe savaşmak mı?Yoksa elde edene kadar elinden geleni yapmak mı?Teyzemin sözleri aklımdan geçiyorda:''Aşkta ve savaşta herşey mübahtır...''Aşk ta bir meydan savaşıysa acaba dediği doğru mu gerçekten merak ediyorum.Bu kişisel bir karar gibi.Siz karakteriniz ve kişiliğiniz hangisine uygunsa onu seçin.Ama bence herşeye rağmen sonuna kadar savaşmak gerek.Elde edene kadar...
Ben şuan neden bu kadar erken pes ettiğimi düşünüyorum.En azından gözümün önünden gitmişti ve bunu atlatabiliyordum aklıma geldiğinde.Ama geçen gün gördüm.yine biliyorum nerede,ne yapıyor.Karşısına çıkmam 5 dakikamı almaz istesem.Ama ben pes ettim birkere.Herşeye baştan başlamam çok zor.Herkes gibi bende karşısına çıkıp''Neden ikimiz olamadık'' diye sormak isterdim.Eğer kaybeden taraftaysan,üstelik erken pes ettiysen kafan bunun gibi onlarca soruyla dolar taşar.Hep düşünür,bir sonuç bulmaya çalışırsın.
İşte ben buna ''Aşkın Zaman Makinesi Etkisi''diyorum.Bilim adamları boşuna uğraşıyorlar bu makineyi yapabilmek için.İnsanlıktan beri var bu alet.Biraz odaklanmak yeter.Gerisi geliyor...Bir bakmışsın günler,aylar öncesine gitmişsin.Olayları ya olduğu gibi,yada kendi senaryonla yeniden yaşıyorsun.Bazen geçmiş sıkıyor.Hoop geleceğe gidiyorsun busefer.İstediğin gibi yaşayabiliyorsun istediğini.Ama hepsi hayal ve yapay elbette.Seni tatmin edemez istesende.Kendi döngünde takılıp kalırsın.Bu da seni gerçek zaman da sabit kılar.Aşk aslında etkili bir zaman geçididir...
Zamanı yakalamaya,yetişmeye çalışıyorum ama olmuyor bazen.İster istemez atlıyorum makineme istediğim yere ve zamana ilerliyorum kendi çapımda.Bunun sonucunu da hayatımdan geri kalmak ile ödüyorum.O yüzden aşkta birsavaşsa eğer,korkusuzca savaşmak gerek.Kazanacağınız belkide bir aylık,belkide bir yıllık bir aşk olacak.Bunun karşılığında çok şey vereceksiniz belkide.Ama aşk kendini hak ettiğinden fazlasına sattırmayı başarıyor.Eğer aşıksan zaten aşkın ve o kişinin kontrolü altındasındır.Gözün hiçbirşeyi görmez.Etkisi geçene kadarda görmeyeceksin zaten.Bırak senden en ufak bir parça kalmayana kadar savaş.Çünkü kaybettiğinde de bir hiç olacaksın...Gerçekte savaşmasan bile rüyanda,hayalinde savaşacaksın.Hep karşına çıkacak o seni dinlemeden.Seni parmağında oynatacak.Gizli gizli ağlamana,acı çekmene sebep olacak...
Aşk için savaşırken elinden geleni yap.Çünkü hersavaşta olduğu gibi burda da bir hakem yok.Herşey bittiğinde kimse senin nasıl galip olduğuna bakmaz.Ne olursa olsun kazanan hep''Helal olsun''u hak eder sen merak etme.O meydana onurunu,karakterini,herşeyini bırakarak giriyorsun.Bir sen kalıyorsun geriye.Katıksız,yalansız,saf.Sadece sen...
Çırıl çıplaksın orada.Seni gizleyen,örten,farklı gösteren hiçbir eşyan yok.O yüzden elinden geleni yap galip gelmek için.Karşındakine asla acıma.Oraya git,işini bitir ve arkanı dönmeden çık o meydandan.Girmeden önce tüm bıraktıklarını bıraktığın yerden tekrar al ve ganimetini almaya doğru yürü.Sen o savaşta aslında rakibini değil,kendini yendin.Tüm korkularını yendin.İstersen neleri başarıbileceğini,neleri devirebileceğini yendin.Kerem Aslı'ya ulaşmak için geçirdiği binbir zorlukta aslında hep kendisiyle yüzleşir,kendi engelleriyle.Ve o her engeli aştığında kendi ''ben''ine biraz daha yaklaşır.Kendi 'ben'i aslında Aslı'dır.Eğer bu savaşı kazanırsa Aslı'yı değil,kendini kazanacaktır...
''Ben dürüstçe savaştım''diyene inanma sakın.O aslında korkağın teki.Korkusunu,acizliğini,zayıflığını gizlemeye çalışan bir zavallı.Ben şuan o meydana çıkabilmek için nelerini vermezdim.Ama ben o meydana çıkmaya hak bile kazanamadım belki.Zaten hep bunun getirdiği belirsizlikle arada kaldım.L nin bana bir göz hareketiyle,bende dağları yerinden oynatabilirdim gerekirse.Şimdi ise ''ne gerek var?'' diyorum.Nede olsa eninde sonunda bitecek.Belki de hiç başlamayacak.Neden böyle basit bir kazanç için insanüstü bir çaba harcayayım?İnsanın kendisinde yenmesi gereken daha onlarca savaşı var.Aşk en sonlarda geliyor.Ne kadar doğru söylenmiş aslında:''Varlığın,fiyatları rasgele konulmuş,kötü yönetilen bir dükkandan farksız.incik boncuklar fahiş fiyata satılırken değerli taşlar indirimde.Böyle devam etmekle,yakında iflas bayrağını çekeceksin demektir...''
Benim düşünceme göre 2.bir kişi,benim sıralamamda en son gelir.Ondan önce kendimde halletmem gereken yüzlerce iş,kazanmam gereken yüzlerce savaş var.Aşk belkide en son...Sen farklı düşünüebilir,aşkı 1. sıraya yada üstlere koyabilirsin tabiki.Dene...Yanıldığını göreceksin.Israr et.Daha fazla acı çekeceksin...Herşey sana kalmış,acıyı seviyorsan aşk acısı tam senlik tavsiye ederim.Eğer birşeyleri değiştirmek istiyorsan,önce kendini ve mantığını değiştir...
Gerçekler acı değil,sıkıcıdır aslında.Oyun yoktur içinde.Eğlenemezsin.Bu da böyle birşey işte.Büyüdüğünde,olgunlaştığında oyunu,acıyı bırakmalısın.Yoksa dalga geçer herkes seninle Ve asla kazanamazsın istesende...
Bir kişiyi birden çok kişinin sevmesi çok zor.Mutlaka bir kişi mutlu olur,diğerleri elenir.Tabi bu eleme de bir savaşla gerçekleşir.Kimileri erdemlidir.Dürüsttür. Hile yapmaz.Adam gibi birkez ve hilesiz savaşır.Kazanırsa ganimetini alır,kazanamazsa da çeker gider.Bazı savaşlar ise son derece çekişmeli geçer.2 tarafta kolay kolay pes etmez.Karşı tarafı alt etmek için ellerinden geleni yaparlar.Herşeye rağmen biri yine kazanır.Fakat diğeri oldukça zarar görmüştür.Pişman değildir herşeye rağmen.Sonuçta bir kişi kazanıcak,diğeri keybedicektir.
Peki hangisi doğru?Dürüstçe savaşmak mı?Yoksa elde edene kadar elinden geleni yapmak mı?Teyzemin sözleri aklımdan geçiyorda:''Aşkta ve savaşta herşey mübahtır...''Aşk ta bir meydan savaşıysa acaba dediği doğru mu gerçekten merak ediyorum.Bu kişisel bir karar gibi.Siz karakteriniz ve kişiliğiniz hangisine uygunsa onu seçin.Ama bence herşeye rağmen sonuna kadar savaşmak gerek.Elde edene kadar...
Ben şuan neden bu kadar erken pes ettiğimi düşünüyorum.En azından gözümün önünden gitmişti ve bunu atlatabiliyordum aklıma geldiğinde.Ama geçen gün gördüm.yine biliyorum nerede,ne yapıyor.Karşısına çıkmam 5 dakikamı almaz istesem.Ama ben pes ettim birkere.Herşeye baştan başlamam çok zor.Herkes gibi bende karşısına çıkıp''Neden ikimiz olamadık'' diye sormak isterdim.Eğer kaybeden taraftaysan,üstelik erken pes ettiysen kafan bunun gibi onlarca soruyla dolar taşar.Hep düşünür,bir sonuç bulmaya çalışırsın.
İşte ben buna ''Aşkın Zaman Makinesi Etkisi''diyorum.Bilim adamları boşuna uğraşıyorlar bu makineyi yapabilmek için.İnsanlıktan beri var bu alet.Biraz odaklanmak yeter.Gerisi geliyor...Bir bakmışsın günler,aylar öncesine gitmişsin.Olayları ya olduğu gibi,yada kendi senaryonla yeniden yaşıyorsun.Bazen geçmiş sıkıyor.Hoop geleceğe gidiyorsun busefer.İstediğin gibi yaşayabiliyorsun istediğini.Ama hepsi hayal ve yapay elbette.Seni tatmin edemez istesende.Kendi döngünde takılıp kalırsın.Bu da seni gerçek zaman da sabit kılar.Aşk aslında etkili bir zaman geçididir...
Zamanı yakalamaya,yetişmeye çalışıyorum ama olmuyor bazen.İster istemez atlıyorum makineme istediğim yere ve zamana ilerliyorum kendi çapımda.Bunun sonucunu da hayatımdan geri kalmak ile ödüyorum.O yüzden aşkta birsavaşsa eğer,korkusuzca savaşmak gerek.Kazanacağınız belkide bir aylık,belkide bir yıllık bir aşk olacak.Bunun karşılığında çok şey vereceksiniz belkide.Ama aşk kendini hak ettiğinden fazlasına sattırmayı başarıyor.Eğer aşıksan zaten aşkın ve o kişinin kontrolü altındasındır.Gözün hiçbirşeyi görmez.Etkisi geçene kadarda görmeyeceksin zaten.Bırak senden en ufak bir parça kalmayana kadar savaş.Çünkü kaybettiğinde de bir hiç olacaksın...Gerçekte savaşmasan bile rüyanda,hayalinde savaşacaksın.Hep karşına çıkacak o seni dinlemeden.Seni parmağında oynatacak.Gizli gizli ağlamana,acı çekmene sebep olacak...
Aşk için savaşırken elinden geleni yap.Çünkü hersavaşta olduğu gibi burda da bir hakem yok.Herşey bittiğinde kimse senin nasıl galip olduğuna bakmaz.Ne olursa olsun kazanan hep''Helal olsun''u hak eder sen merak etme.O meydana onurunu,karakterini,herşeyini bırakarak giriyorsun.Bir sen kalıyorsun geriye.Katıksız,yalansız,saf.Sadece sen...
Çırıl çıplaksın orada.Seni gizleyen,örten,farklı gösteren hiçbir eşyan yok.O yüzden elinden geleni yap galip gelmek için.Karşındakine asla acıma.Oraya git,işini bitir ve arkanı dönmeden çık o meydandan.Girmeden önce tüm bıraktıklarını bıraktığın yerden tekrar al ve ganimetini almaya doğru yürü.Sen o savaşta aslında rakibini değil,kendini yendin.Tüm korkularını yendin.İstersen neleri başarıbileceğini,neleri devirebileceğini yendin.Kerem Aslı'ya ulaşmak için geçirdiği binbir zorlukta aslında hep kendisiyle yüzleşir,kendi engelleriyle.Ve o her engeli aştığında kendi ''ben''ine biraz daha yaklaşır.Kendi 'ben'i aslında Aslı'dır.Eğer bu savaşı kazanırsa Aslı'yı değil,kendini kazanacaktır...
''Ben dürüstçe savaştım''diyene inanma sakın.O aslında korkağın teki.Korkusunu,acizliğini,zayıflığını gizlemeye çalışan bir zavallı.Ben şuan o meydana çıkabilmek için nelerini vermezdim.Ama ben o meydana çıkmaya hak bile kazanamadım belki.Zaten hep bunun getirdiği belirsizlikle arada kaldım.L nin bana bir göz hareketiyle,bende dağları yerinden oynatabilirdim gerekirse.Şimdi ise ''ne gerek var?'' diyorum.Nede olsa eninde sonunda bitecek.Belki de hiç başlamayacak.Neden böyle basit bir kazanç için insanüstü bir çaba harcayayım?İnsanın kendisinde yenmesi gereken daha onlarca savaşı var.Aşk en sonlarda geliyor.Ne kadar doğru söylenmiş aslında:''Varlığın,fiyatları rasgele konulmuş,kötü yönetilen bir dükkandan farksız.incik boncuklar fahiş fiyata satılırken değerli taşlar indirimde.Böyle devam etmekle,yakında iflas bayrağını çekeceksin demektir...''
Benim düşünceme göre 2.bir kişi,benim sıralamamda en son gelir.Ondan önce kendimde halletmem gereken yüzlerce iş,kazanmam gereken yüzlerce savaş var.Aşk belkide en son...Sen farklı düşünüebilir,aşkı 1. sıraya yada üstlere koyabilirsin tabiki.Dene...Yanıldığını göreceksin.Israr et.Daha fazla acı çekeceksin...Herşey sana kalmış,acıyı seviyorsan aşk acısı tam senlik tavsiye ederim.Eğer birşeyleri değiştirmek istiyorsan,önce kendini ve mantığını değiştir...
Gerçekler acı değil,sıkıcıdır aslında.Oyun yoktur içinde.Eğlenemezsin.Bu da böyle birşey işte.Büyüdüğünde,olgunlaştığında oyunu,acıyı bırakmalısın.Yoksa dalga geçer herkes seninle Ve asla kazanamazsın istesende...
Secret Rules
Tv'ye göz gezdirdim biraz bugün.Yapımcılar dizilerin genel konusunu değiştirmişler.İnsanların bu mutlu,vıcık vıcık,anormal derecede normal olan aşk senaryoları gitmiş,yerine dahi geometricileri getirseniz bile zorlanacağı çok karmaşık aşk üçgenlerinin,dörtgenlerinin hakim olduğu senaryolar gelmiş.Senaristlerin dahiyane fikirlerini ayakta alkışlamamak elde değil.Gitgide daha realist hikayeler yazmaya başlamışlar.Sevindim...Hiçbir ilişkinin tozpembe olamayacağını onlarda anlamış nihayet. Darısı biz izleyicilerin başına...
İnsan bazen kendini etrafında dönen bu küçük dünyasından,yaşamından ayrı tutmak,soyutlaştırmak istiyor kendisini.Ama ne mümkün...Hepimiz birbirimizin hayatlarına görünmez bir kordon ile bağlıyız.Yaptığımız en ufak bir hareket,attığımız en ufak bir adım kimilerini olumlu kimilerini olumsuz etkileyebiliyor.Hergün yaşıyoruz,ve hergün biraz daha olgunlaşıyoruz bu hayat okulunda.Neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğini öğreniyoruz.Mesela geçenlerde ben bir sırrımın artık bazı 3.tekil şahıslar tarafından da bilindiğini öğrendim.''2 kişinin bildiği sır değildir.''Sözünü asla unutmamam gerekiyormuş.Artık kime nasıl davranacağımı ve kiminle neler konuşacağımı belirlerken 2 kere düşüneceğim.Tabiki ben bir sırrımı paylaşarak bunun sırdan çıkma olasılığını göze almıştım söylemeden önce.O yüzden o kişiye kızmıyorum.Ben öğrendiğime bakıyorum,keşkelere değil.Sizede tavsiye ederim...
Yaşamımızı en çok etkileyen olaylardan çok insanlarla olan ilişkimiz tabiki.Çeşitli seviyelerde birbirimizin hayat katmanlarında yer alıyoruz.Bazen bu katmanlar birbirini tutamayabiliyor.Senin o kişiye biçtiğin katman,o kişinin senin için biçtiği katman ile özdeş olamayabiliyor.Bu üzücü bir durum genelde.Birde aynı katmana sığmaya çalışan birden fazla kişiler de var.Ehh bazı katmanların kontenjanı sınırlı.Bazıları ise tek. Mesela aşk.Yalnız bir kişiyi seçmelisin.Birden fazla kişiyle ''Aşk''adı altında ilişkiye girersen,iş çokgenliğe doğru ilerlemeye başlıyor.Geometri burda da ihtişamını göstermiş.Heryerde olduğu gibi burda da zor.Ama ben anlamaya başladım ufaktan...Normalde geometride zorlansamda bir aşk üçgenini,çokgenini anlayıp çözebiliyorum.Benim için iş kolay tabiki.Tanrı o çokgenlerin içindekilere yardım etsin...
Herşey aslında ortada.Neyi seçip neyi seçmeyeceğin sana kalmış.Seçimini yaparsın ve sonuçlarına katlanırsın.Bazen birisinin yaşamını görüp''Oha,böyle birşeyi nasıl seçebilir.Bunu nasıl isteyebilir?''diyebiliriz.Bunu birtürlü mantığımız almaz.Gerekirse alırız o kişiyi karşımıza bak kardeşim,böyle böyle deriz.Ama yok o anlamaz.Yine bildiğini okur göz göre göre.Acı çeker,zarar görür,kaybeder ama yinede onu yapmaktan vazgeçmez.Bizde öyle şaşkın şaşkın izleriz.Üzülürüz o kişi için.Daha iyi şartlarda olmasını isteriz.Gerçek ise çok farklıdır,hemde oldukça...
Yakın çevremde biri var:A.O da bir üçgene sahip.Ama bu üçgen biraz farklı.İki köşesi gayet ilişki içerisinde.Ama 3. köşesi gayet uzak.Normalde baktığında aslında bu köşe teğet bile geçmiyor.Ancak A'nın gözünden bakmak gerek üçgeni görebilmek için.A değmek için açısını değiştirmeye çalışsa da değmesi çok zor.Doğru almış başını gitmiş.Oda bunun acısını diğer köşeyle çıkarıyor tabiki.Çok ilginç bir aşk ilişkisi var.Aşkı duygular değil bir antlaşma yönetiyor.Antlaşmaya uzaktan baktığında oldukça tek taraflı yazılmış.Karşı taraf son derece mağdur ve kazançsız.A da oyunu kuralına göre oynuyor tabi.Mutsuz,üzgün insan profili.Herkes son derece üzgün bu durumdan.O zavallı ya,tüm acılar onun hayatında var ya.Gerçek ise aslında tam tersi.Bunu çoğu kişiyi göremiyor.Çünkü Gerçek çok gizli ama bir o kadar etkili bir perdeyle gizlenmiş.O gerçekte antlaşma da sadece A nın görebileceği özel maddelerin bulunması.Aslında antlaşmanın içinde antlaşma var.Taraflardan birisi antlaşmada 'haksız konumda görünme'antlaşması da uygulamış.Normalde baktığında bir kişi mutlu diğeri mutsuz.Ama görünmez maddeleri okuyunca. Aaa...Bir bakıyorsun aslında o kişi de diğeri kadar kazançlı ve eşit yada farklı haklara sahip.Her olay paralel olarak iki farklı bantta ilerliyor.Sen bakarsan karşı taraf önde.Ama A'nın gözleriyle baktığında aslında A çoktan almış başını gitmiş.Hayat o kadar çok dolu ki bu tür iki yüzlü antlaşmalarla.İnsanları aptal yerine koymayı çalışıyorlar ama zekileri alt etmek için 40 fırın daha ekmek yemeleri gerek.
Bazen siz bu gizli maddeleri göremeyebilirsiniz elbette.Ama sizin çevrenizdekiler çoktan farketmiştir bile...Benimde birkaç destekçim var bu şekilde.Onların sayesinde herşeyi göründüğü gibi değil,olduğu gibi görebiliyorum bazen.Onlara çok şey borçluyum.Bir ilişki kazanç üzerine kurulmamalı tabi.Özellikle arkadaşlık,dostluk ve sevgide.Ama bunu gözardı edenler de var.A neyse ki sadece kendine karşı sorumlu.O biraz daha masum.Ama yinede diğer şeytanlara karşı dikkatli olmak gerek.Bu yüzden sizde para,lüks,statü,güç değilde sıkı arkadaşlık,dostluklar biriktirin...Bir bakmışsınız sizden daha açıkgöz biri zulalalıdığınız ne varsa gizliden gizliye götürmeye başlamış.Elinizdeki antlaşmayı avukata götürseniz dahi hiçbir fayda etmez.Avukat o gizli maddeleri farkedemez.Bazen manevi göz görür bazı gerçekleri.Herşey son derece sıradan değil,aslında oldukça olağan üstü olabilir...
Bu yüzden emin olun herkes en az sizin kadar akıllı ve mantıklı.Kimse için üzülüp durduk yere canınızı sıkmayın.Siz dikkat edin de sizi salak ve saf yerine koymaya çalışmasınlar.Kendi hayatınıza odaklanın.Başkalarınınkini çok karıştırmayın.Herkes seçimlerinin sonucunun gayet farkında.Görünürde kaybettiklerinin elbette bir karşılığı vardır siz göremesinizde.Son zamanlar şu söze gayet hak vermeye başladım...''Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz''.Sen dikkat et te ''Ah bu iyi niyetin ziyan olmaz inşallah...''
İnsan bazen kendini etrafında dönen bu küçük dünyasından,yaşamından ayrı tutmak,soyutlaştırmak istiyor kendisini.Ama ne mümkün...Hepimiz birbirimizin hayatlarına görünmez bir kordon ile bağlıyız.Yaptığımız en ufak bir hareket,attığımız en ufak bir adım kimilerini olumlu kimilerini olumsuz etkileyebiliyor.Hergün yaşıyoruz,ve hergün biraz daha olgunlaşıyoruz bu hayat okulunda.Neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğini öğreniyoruz.Mesela geçenlerde ben bir sırrımın artık bazı 3.tekil şahıslar tarafından da bilindiğini öğrendim.''2 kişinin bildiği sır değildir.''Sözünü asla unutmamam gerekiyormuş.Artık kime nasıl davranacağımı ve kiminle neler konuşacağımı belirlerken 2 kere düşüneceğim.Tabiki ben bir sırrımı paylaşarak bunun sırdan çıkma olasılığını göze almıştım söylemeden önce.O yüzden o kişiye kızmıyorum.Ben öğrendiğime bakıyorum,keşkelere değil.Sizede tavsiye ederim...
Yaşamımızı en çok etkileyen olaylardan çok insanlarla olan ilişkimiz tabiki.Çeşitli seviyelerde birbirimizin hayat katmanlarında yer alıyoruz.Bazen bu katmanlar birbirini tutamayabiliyor.Senin o kişiye biçtiğin katman,o kişinin senin için biçtiği katman ile özdeş olamayabiliyor.Bu üzücü bir durum genelde.Birde aynı katmana sığmaya çalışan birden fazla kişiler de var.Ehh bazı katmanların kontenjanı sınırlı.Bazıları ise tek. Mesela aşk.Yalnız bir kişiyi seçmelisin.Birden fazla kişiyle ''Aşk''adı altında ilişkiye girersen,iş çokgenliğe doğru ilerlemeye başlıyor.Geometri burda da ihtişamını göstermiş.Heryerde olduğu gibi burda da zor.Ama ben anlamaya başladım ufaktan...Normalde geometride zorlansamda bir aşk üçgenini,çokgenini anlayıp çözebiliyorum.Benim için iş kolay tabiki.Tanrı o çokgenlerin içindekilere yardım etsin...
Herşey aslında ortada.Neyi seçip neyi seçmeyeceğin sana kalmış.Seçimini yaparsın ve sonuçlarına katlanırsın.Bazen birisinin yaşamını görüp''Oha,böyle birşeyi nasıl seçebilir.Bunu nasıl isteyebilir?''diyebiliriz.Bunu birtürlü mantığımız almaz.Gerekirse alırız o kişiyi karşımıza bak kardeşim,böyle böyle deriz.Ama yok o anlamaz.Yine bildiğini okur göz göre göre.Acı çeker,zarar görür,kaybeder ama yinede onu yapmaktan vazgeçmez.Bizde öyle şaşkın şaşkın izleriz.Üzülürüz o kişi için.Daha iyi şartlarda olmasını isteriz.Gerçek ise çok farklıdır,hemde oldukça...
Yakın çevremde biri var:A.O da bir üçgene sahip.Ama bu üçgen biraz farklı.İki köşesi gayet ilişki içerisinde.Ama 3. köşesi gayet uzak.Normalde baktığında aslında bu köşe teğet bile geçmiyor.Ancak A'nın gözünden bakmak gerek üçgeni görebilmek için.A değmek için açısını değiştirmeye çalışsa da değmesi çok zor.Doğru almış başını gitmiş.Oda bunun acısını diğer köşeyle çıkarıyor tabiki.Çok ilginç bir aşk ilişkisi var.Aşkı duygular değil bir antlaşma yönetiyor.Antlaşmaya uzaktan baktığında oldukça tek taraflı yazılmış.Karşı taraf son derece mağdur ve kazançsız.A da oyunu kuralına göre oynuyor tabi.Mutsuz,üzgün insan profili.Herkes son derece üzgün bu durumdan.O zavallı ya,tüm acılar onun hayatında var ya.Gerçek ise aslında tam tersi.Bunu çoğu kişiyi göremiyor.Çünkü Gerçek çok gizli ama bir o kadar etkili bir perdeyle gizlenmiş.O gerçekte antlaşma da sadece A nın görebileceği özel maddelerin bulunması.Aslında antlaşmanın içinde antlaşma var.Taraflardan birisi antlaşmada 'haksız konumda görünme'antlaşması da uygulamış.Normalde baktığında bir kişi mutlu diğeri mutsuz.Ama görünmez maddeleri okuyunca. Aaa...Bir bakıyorsun aslında o kişi de diğeri kadar kazançlı ve eşit yada farklı haklara sahip.Her olay paralel olarak iki farklı bantta ilerliyor.Sen bakarsan karşı taraf önde.Ama A'nın gözleriyle baktığında aslında A çoktan almış başını gitmiş.Hayat o kadar çok dolu ki bu tür iki yüzlü antlaşmalarla.İnsanları aptal yerine koymayı çalışıyorlar ama zekileri alt etmek için 40 fırın daha ekmek yemeleri gerek.
Bazen siz bu gizli maddeleri göremeyebilirsiniz elbette.Ama sizin çevrenizdekiler çoktan farketmiştir bile...Benimde birkaç destekçim var bu şekilde.Onların sayesinde herşeyi göründüğü gibi değil,olduğu gibi görebiliyorum bazen.Onlara çok şey borçluyum.Bir ilişki kazanç üzerine kurulmamalı tabi.Özellikle arkadaşlık,dostluk ve sevgide.Ama bunu gözardı edenler de var.A neyse ki sadece kendine karşı sorumlu.O biraz daha masum.Ama yinede diğer şeytanlara karşı dikkatli olmak gerek.Bu yüzden sizde para,lüks,statü,güç değilde sıkı arkadaşlık,dostluklar biriktirin...Bir bakmışsınız sizden daha açıkgöz biri zulalalıdığınız ne varsa gizliden gizliye götürmeye başlamış.Elinizdeki antlaşmayı avukata götürseniz dahi hiçbir fayda etmez.Avukat o gizli maddeleri farkedemez.Bazen manevi göz görür bazı gerçekleri.Herşey son derece sıradan değil,aslında oldukça olağan üstü olabilir...
Bu yüzden emin olun herkes en az sizin kadar akıllı ve mantıklı.Kimse için üzülüp durduk yere canınızı sıkmayın.Siz dikkat edin de sizi salak ve saf yerine koymaya çalışmasınlar.Kendi hayatınıza odaklanın.Başkalarınınkini çok karıştırmayın.Herkes seçimlerinin sonucunun gayet farkında.Görünürde kaybettiklerinin elbette bir karşılığı vardır siz göremesinizde.Son zamanlar şu söze gayet hak vermeye başladım...''Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz''.Sen dikkat et te ''Ah bu iyi niyetin ziyan olmaz inşallah...''
The Game Plan
Bilinçaltının bizim diğer kişiliğimiz olduğumuz söylenir.öyleyse teoride her insan çift karakterlidir desek yanlış olmaz.Varlığımızın en saf ve en ayak basılmamış alanlarını mesken tutan bilinçaltımız,genelde otokontrolümüzü kaybettiğimiz durumlarda yönetimi ele alır ve gerekeni kendi bildiği yöntemlerle uygulamaya başlar.İşin can sıkıcı kısmı ise bu yönetme kısmında ona herhangi bir öneride bulunamamızdır.Sizin ani bir refleks ile hayatınızı kurtarabildiği gibi,hayatınız boyunca pişman olacağınız bir durumun içine de sürükleyebilir.Ehlileştirilmesi mümkün olmayan bu yaramaz dostumuzla iyi geçinmenin sizin yararınıza olacağı kesin.Bu arada unutmadan,o yöntemi bulduğunuzda benimle de paylaşırsanız çok sevinirim...
Ben bugün vahşi dostumuzun kötü yüzüyle karşılaştım.Neyse ki rüyamda...Karşılaşmamızda ben daha ne olduğunu anlayamadan belden aşağı vurmayı ihmal etmedi tabiki.Bende ona bu karşlıaşmayı kazanması için gereken tüm açıkları verdim. Skor: Ev sahibi:0 - Konuk Takım:1
Onun geri geldiğini zannedip,herşeyi bırakarak onun olduğu yere doğru var gücümle koşuyorum...Kapıyı açtığımda ise kimse yok,herşey sadece bir oyundan ibaret....
Rüyamdaki düştüğüm bu durum aklıma geldikçe sinirden deli olmamak için kendimi zor tutsamda, tüm yaşananların yalnızca bir rüya olması sevindirici bir durum.
Bize zaman zaman böyle iyi-kötü süprizler yapan bilinçaltımızın gerçek rolü neydi peki?Düşünüyorumda, ya bu oluşan ani tepkiler bizim yıkılmaz denen ''ben'' kalemizi yerle bir edecek depremi önceden bildiren bi S.O.S ise???
Günler gelip geçmeye devam ederken bende aklımda bu soru hayatın var olan akıntısı eşliğinde yaşamıma devam ediyordum.Günlük koşuşturmacalar devam ederken birden benimde bu soru ile ilgili zihnimdeki sis bulutları aralanmaya başladı.Bilinçaltımızın on-off tuşu bizim irademizin üzerinde ve bazen refleks,bazen uyku hali bilinçdışı durumlarda bu tuş aktive edilmekte.Yaşadığımız olaylar,bulunduğumuz koşullar genelde bize sayısız olasılık seçimine maruz bırakır.Bizde o anki varolan hızımızla bize en uygun olasılığı seçer ve onu hayata geçiririz. Bilinçaltımız aslında bizim yedek olasılık seçici makinemizden başka birşey değildi. Bizim zihnimizin işin içinden çıkamadığı yerde o anında devreye giriyor ve kendi matematiksel hesabını kullanarak bizi bir seçimin içine sürüklüyordu.Şöyle bir düşündümde,aslında bilinçaltımız bu konuda bizden daha isabetli seçimler yapmakta. İnce eleyip sık dokuğumuz,uzun uzun düşündüğümüz her karar,aslında detayların getirdiği bir enkaz yığınından başka birşey olmuyor genelde.Birde aslında seçilmesi gerekenin göze batarcasına ''burdayım'' dediği,ama bizim seçmemizin mümkün olmadığı olasılıklar da var.Bazen kendimiz,bazen de dış etmenlerdir bu seçimleri yapmamızı imkansız kılan.Risk almak gözümüzde dev bir canavar gibi büyür ve bizde karşımıza Hulk çıkmış gibi kendi kafesimize koşa koşa geri döneriz.Acaba o anlarda yine bilinçaltımız yönetimi devir alsa ve kendi bildiğini,aslında bizim seçimimizi gerçekleştirse hayatımızda neler değişirdi?Geçmişimiz hep bu tür soru işaretleriyle dolar taşar.Benim hayatımda da çoğu şeyin değişeceği kesin.Ama geçmişi farklı bir perspektif ile mercek altına almayı başardığımız takdirde bile,yaşamımızın o anki vizyonumuzla aydınlatamadığımız nice köşeler bir yıldız gibi parlamaya başlar ve bizi anda başka bir insana çeviriverir.Geçmişimiz,arada bir farklı gözlüklerle sayfaları şöyle bir bir çevirip göz gezdireceğimiz bir başucu kitabı olmalı.Her gözlüğün merceği farklıdır ve bu sayede farklı bir yaşanmışlığa göz gezdirmemize olanak tanır.Dünya da sayısız mercek,gözlük mevcut.Bazıları etrafımıza dağıtılmış küçük puancıklar gibi,bazıları da çoktan sahiplerini bulmuş ve çalışmaya başlamış bulunmakta...
Hayat bir oyunsa eğer,mümkün olduğunca tüm puanları toplayıp önünüzdeki leveller için maksimum sayıda çok can kazanmak gerek.Yardımcı karakterlerin silahlarını klonlayıp onları önünüzdeki engelleri aşmak için kullanmayı iyi bilmeliyiz.Karşınıza bölüm sonu canavarı çıkınca da,ona hareket edecek fırsat bile vermeden perfect yapmayı ihmal etmemeliyiz =)
Her oyunun sonu 'Game over'la biter.Ama oyunun serilerini çıkartmak bizim elimizde. Elbette bazen elimizdeki can hakkı o seriyi bitirmemiz için yetmeyebilir.Önümüzdeki levellerin zorluğunu tahmin edemeyiz herzaman.Neyse ki checkpointler var.Checkpointler sınırsızdır fakat yerleri değiştirilemez.Onları iyi belirlemeyide sakın gözardı etmeyin.
Asla unutmayın ki,''Bir oyunu bitirmek asla imkansız değildir,sadece iyi bir strateji belirlemek gerekir. . .''
Ben bugün vahşi dostumuzun kötü yüzüyle karşılaştım.Neyse ki rüyamda...Karşılaşmamızda ben daha ne olduğunu anlayamadan belden aşağı vurmayı ihmal etmedi tabiki.Bende ona bu karşlıaşmayı kazanması için gereken tüm açıkları verdim. Skor: Ev sahibi:0 - Konuk Takım:1
Onun geri geldiğini zannedip,herşeyi bırakarak onun olduğu yere doğru var gücümle koşuyorum...Kapıyı açtığımda ise kimse yok,herşey sadece bir oyundan ibaret....
Rüyamdaki düştüğüm bu durum aklıma geldikçe sinirden deli olmamak için kendimi zor tutsamda, tüm yaşananların yalnızca bir rüya olması sevindirici bir durum.
Bize zaman zaman böyle iyi-kötü süprizler yapan bilinçaltımızın gerçek rolü neydi peki?Düşünüyorumda, ya bu oluşan ani tepkiler bizim yıkılmaz denen ''ben'' kalemizi yerle bir edecek depremi önceden bildiren bi S.O.S ise???
Günler gelip geçmeye devam ederken bende aklımda bu soru hayatın var olan akıntısı eşliğinde yaşamıma devam ediyordum.Günlük koşuşturmacalar devam ederken birden benimde bu soru ile ilgili zihnimdeki sis bulutları aralanmaya başladı.Bilinçaltımızın on-off tuşu bizim irademizin üzerinde ve bazen refleks,bazen uyku hali bilinçdışı durumlarda bu tuş aktive edilmekte.Yaşadığımız olaylar,bulunduğumuz koşullar genelde bize sayısız olasılık seçimine maruz bırakır.Bizde o anki varolan hızımızla bize en uygun olasılığı seçer ve onu hayata geçiririz. Bilinçaltımız aslında bizim yedek olasılık seçici makinemizden başka birşey değildi. Bizim zihnimizin işin içinden çıkamadığı yerde o anında devreye giriyor ve kendi matematiksel hesabını kullanarak bizi bir seçimin içine sürüklüyordu.Şöyle bir düşündümde,aslında bilinçaltımız bu konuda bizden daha isabetli seçimler yapmakta. İnce eleyip sık dokuğumuz,uzun uzun düşündüğümüz her karar,aslında detayların getirdiği bir enkaz yığınından başka birşey olmuyor genelde.Birde aslında seçilmesi gerekenin göze batarcasına ''burdayım'' dediği,ama bizim seçmemizin mümkün olmadığı olasılıklar da var.Bazen kendimiz,bazen de dış etmenlerdir bu seçimleri yapmamızı imkansız kılan.Risk almak gözümüzde dev bir canavar gibi büyür ve bizde karşımıza Hulk çıkmış gibi kendi kafesimize koşa koşa geri döneriz.Acaba o anlarda yine bilinçaltımız yönetimi devir alsa ve kendi bildiğini,aslında bizim seçimimizi gerçekleştirse hayatımızda neler değişirdi?Geçmişimiz hep bu tür soru işaretleriyle dolar taşar.Benim hayatımda da çoğu şeyin değişeceği kesin.Ama geçmişi farklı bir perspektif ile mercek altına almayı başardığımız takdirde bile,yaşamımızın o anki vizyonumuzla aydınlatamadığımız nice köşeler bir yıldız gibi parlamaya başlar ve bizi anda başka bir insana çeviriverir.Geçmişimiz,arada bir farklı gözlüklerle sayfaları şöyle bir bir çevirip göz gezdireceğimiz bir başucu kitabı olmalı.Her gözlüğün merceği farklıdır ve bu sayede farklı bir yaşanmışlığa göz gezdirmemize olanak tanır.Dünya da sayısız mercek,gözlük mevcut.Bazıları etrafımıza dağıtılmış küçük puancıklar gibi,bazıları da çoktan sahiplerini bulmuş ve çalışmaya başlamış bulunmakta...
Hayat bir oyunsa eğer,mümkün olduğunca tüm puanları toplayıp önünüzdeki leveller için maksimum sayıda çok can kazanmak gerek.Yardımcı karakterlerin silahlarını klonlayıp onları önünüzdeki engelleri aşmak için kullanmayı iyi bilmeliyiz.Karşınıza bölüm sonu canavarı çıkınca da,ona hareket edecek fırsat bile vermeden perfect yapmayı ihmal etmemeliyiz =)
Her oyunun sonu 'Game over'la biter.Ama oyunun serilerini çıkartmak bizim elimizde. Elbette bazen elimizdeki can hakkı o seriyi bitirmemiz için yetmeyebilir.Önümüzdeki levellerin zorluğunu tahmin edemeyiz herzaman.Neyse ki checkpointler var.Checkpointler sınırsızdır fakat yerleri değiştirilemez.Onları iyi belirlemeyide sakın gözardı etmeyin.
Asla unutmayın ki,''Bir oyunu bitirmek asla imkansız değildir,sadece iyi bir strateji belirlemek gerekir. . .''
Enfection!
Son zamanlarda Dünya çok büyük bir salgının tehditi altında.Yüzyıllardır bilimadamlarının üzerinde çalıştığı bu hastalık o kadar sinsi ki, henüz tam olarak bu hastalığa sebep olan şeyi tespit edebilmek bile mümkün olmadı. Her insanda farklı reaksiyon ve tepkiler veren bu şeye karşı henüz ne bir panzehir, yada etkisinden kurtulabilecek herhangi bir ilaç geliştirilebilmiş değil.Bu hastalığı geçirdiğimizde bağışıklık kazanamamızda ne yazık ki büyük handikaplardan yalnızca birtanesi...
Hangi hastalıktan mı söz ediyorum? Tabiki aşk virüsünden... Genç,yaşlı,zengin,fakir ayırmayan bu virüs en büyük etkisini kalp ve beyin üzerinde ortaya çıktığı kanıtlanmış durumda. Özellikle hangi durumda hangisini kullanmamız gerektiğini büyük ölçüde zorlaştırıyor. Bir de insanda kendine has bir körlük durumuda ortaya çıkartığı görülen belirtiler arasından.
Şu sıralar mevsimi mi geldi nedir bilinmez, yine insanlar üzerindeki etkisini arttırmış durumda.Gerçi ne zaman azalttı ki orasıda ayrı bir konu...
Tabiki bu durumun insanlar üzerindeki etkisini farkeden bazı üstün zekalar,bu insanların durumunu fırsat bilip onların üzerinden nasıl para kazanılacağını planlayıp organize ettikten sonra içinden çıkılması neredeyse imkansız güzel bir kısır döngü de yaratmayı ihmal etmemişler. Bu döngüye yakalanırsanız eğer,çıkmanız hiçte kolay değil.Bu üstün zekaların başında tabiki film ve müzik sektörü geliyor. Özellikle romantizmin doğasında olduğu kadınları seçen film sektörü,bir tutam romantizm ve bolca aşk karışımlı romantik filmleri piyasaya sürerek büyük bir servet elde ediyor.Kızların yanı sıra erkekleri de kızları bu tür filmlerin tam istenilen kıvama getirdiği gerçeğiyle büyüsüne alan bu sektör,ne yazık ki bizi dört bir yandan kuşatmakta ve başlarındaki insanların gözlerindeki dolar işaretiyle bizleri tuzaklarına düşürmek için ağızların sularını akıta akıta beklemekte...
Bu durum beni yavaça strese sokmaya başlasa da,ilgim ve merakım bu olayın ilginçliğine yenik düştü ve kendimi detayların okyanusunda uzun bir dalış yapmaktan alıkoyamadım.
sadece film ve müziğin değil,sanatın yegane kaynağı aşk,tüm bolluğunu bonkörce savurarak çeşitli yollarla herzaman kendini betimlemeyi ihmal etmemişti.Aşkın bu yolla insanlar üzerinden kendisini zekice çoğaltması biryana;Aşk,dünyada kendisini iki farklı türde doğdurtmuştu:''Sonu mutlu biten,sonu mutsuz biten...''
Bu sonuca gayet salt,basit bir insani mantık ile yaklaştığımızda ortada mutlu sonu seçmek için hiçbir engel göremiyorken sanatta bunun tam aksi yönde bir ilginin doğması ve bunu farketmem beni beynimden vurulmuşa çevirdi.Filmleri ele alırsak eğer,son derece dramatik,sonu mutsuzluk ve acı verici biten,aşkın insanları perişan ettiği filmler,sonu mutlu ve aşkın sonunda iki insanı kavuşturduğu filmlerden kat kat be kat ilgi görmekte.Hatta ve hatta yere göğe sığdırılamamakta.Mutlu,neşeli aşk filmleri ise bir güzel eleştirildikten sonra ağzının payı verilerek arşivdeki yerine postlanmakta...
Hem aşkı,gerçek sonsuz mutluluğu arayan,filmlerde ise tam tersine rağbet gösteren izleyilecilerin nasıl bir ironi içinde bulunduklarını fark ettiğimde buna mantıklı bir sebep bulabilmek için uzunca birsüre düşüncelere dalsamda,boğulacağımı anlayıp daha fazla üstelemeden bu gerçeği göz göre göre kabul etmek zorunda kaldım.
Leyla ile Mecnun'dan tutun,Romeo ve Juliet'e kadar okuduğumuz,dinlediğimiz,imrendiğimiz aşkın tüm tasvirleri birer mutsuzluk abidesinden başka birşey değildi.
Şuanda da durum farklı değil.Aşk, ele geçirdiği insanları kendi melankolisinde boğarak pesimist bir yaşam tarzını insanlara zorlukla kabul ettirmekte.Buna rağmen insanlık buna dünyadaki en prestijli markanın %95 indirimli ürünleri gibi rağbet göstermekte...
Bu sonuca ulaştığımda insanlığave dolayısı ile kendime olan kızgınlığım,sonucu değiştirmenin imkansız olduğu gerçeğinin bende yaratmış olduğu öfke ve acizlik ile birleşti ve hayatın getirdiği yükler yetmiyormuş gibi ben bunlarıda omuzlayıp yoluma devam etmek zorunda kaldım.
Ama birsüre sonra,yaşam içine gömülmüş gizli bir vizyonu fark ettiğimde içinde bulunduğum bu karanlık evren,hiçbir köşesinde en ufak bir karanlık nokta kalmayacak kadar aydınlanacak ve ben kendimi şok etkisi yaratan bu gerçek ile tamamen farklı bir noktada bulacaktım...
Gün geçtikçe kendi özümdeki gözlemleme,aşkın bu yıkıcı ve köleci etkisini aslında çoktan bildiğimi ve bu oyunun kurallarını çoktan kabulettiğimi farketmeme olanak tanıdı.Sanki hükmen mağlup bir takımın oyuncusu gibiydik.Kazanan tarafa geçmenin imkanı yoktu.Ya bu deveyi güdücek,ya bu diyardan gidicektik adeta.Bende bu virüse birkaç kez yakalandım. Ama en büyük etkilerini bana L de gösterdi. İçinde bulunduğum durum aşkın üreyip çoğalması için mükkemmel bir kültür ortamıydı ve ben bu hastalığın getirdiği zayıflık ve acizlik ile yavaş yavaş kendime olan saygımı ve kontrolümü kaybetmeye başladım. Birsürü dram,kötü yaşanmışlıklar,mutsuluk ve ıstırap yüklü bir yaşam. Tamda aşk için yaratılmış mükkemmel bir konaktım ben...
Ta ki ben yediğim son darbedenin ardından 'buraya kadar!' diyene kadar.Önümde iki yol vardı:Ya kendimi,ya başka birini yaşatacaktım özümde...Ben seçimimi yaptım ve bu seçim ile yaşamaya başladım.Aşk gerçekten ona karşı üstün gelinmesi çok zor ve yıkılması güç bir tabu.Ama tutunulacak dalları doğru seçtikten sonra hiçbirşeyin imkansız olmadığını anlamak hiçte zor değil.Dünya insanın onu görmek istediği gibi şekillenen ve renklenen bir bukalemundan farksız.Ben bunu unutmadan yaşamaya ve kendimi fırlatmış merkezime yerleştirmeye çalışırken zamanla çok ilginç bir düşünce sızdı beynime...Var olan tüm aşk efsanelerini,izlediğim aşk içerikleri filmleri baştan sona tekrar izledim.Hepsi beynime giren bu düşünce sayesinde daha değişik görünmeye başladı.Artık farklı hissetmeye başlıyordum bazı şeyleri.Birşeyler içimdeki sarmaşıkları çözüp karmaşanın içindeki gerçek özü görmeme olanak tanıyordu.Gördüğüm aşka karşı korkunç bir uyarının ta kendisiydi...
Duyduğumuz tüm masallar,destanlar,gördüğümüz tüm filmler,dinlediğimiz tüm şarkıların vermek istediği bir mesaj vardı aslında.İnsanlık aşk virüsüyle binlerce yıl önce tanışmış ve bu salgının etkilerini çok iyi bir şekilde deneyimlemişti.Şuanki edebiyatın bunu ne derece kasti yaptığını bilemem ama,bize anlatılan o masalların ve büyüleyici aşk hikayelerinin aslında birer uyarı tabelası olduğunu anladım.Atalarımızın bize bıraktığı en büyük öğütlerden biri:''Aşka yaklaşma!'' idi...
Tarih aşka karşı birsürü panzehir ve ilaçla kaynıyordu aslında.Ama bizim hastalıklı zihnimiz ne yazık ki bunu farklı bir halüsinasyon olarak görmemizi sağladı.L ve araştırmalarım sonucu öğrendiklerimin yardımıyla bu büyünün üzerimden kalkması,etrafımdaki bu dünyayı farklı ve daha gerçekçi anlamama,adeta gözlerimin üzerinden pir perdenin yavaşça aralanmasına sebep oldu.Şimdi herşeyi daha iyi görebiliyordum.Daha net,daha canlı,daha katıksız...
Şunu farkettim ki bu büyüden insanları toplu birşekilde kurtarabilecek bir iksir bulmak imkansız.Gerçek şifa ve şifacı yalnız ve yalnıca sizsiniz.Oto kontrolünüzü ele almaya çalışın ve nasıl bir oyunun içinde bulunduğunuzun farkına varın.Bu durumu üstünüzden atsanız bile etkisi bir müddet daha devam edecek.O,herşeye rağmen sizin en ufak bir omuz düşürmenizde tekrar kendisini hortlatabilmek için pusuda beklemeyi sürdürecek.Ama korkmanıza gerek yok.Dikkatli yaşamaya devam ederseniz eğer,sizde benim gibi bu virüsün poposuna tekmeyi basabilirsiniz.Ben hala hastalık sonrası geçirilen bazı yanetkileri yaşıyor bulunmaktayım. Ama eminim ki kısa bir süre sonra tamamen kendi sağlığıma kavuşacağım...
Sizleride en kısa sürede yanımda görmek beni fazlasıyla mutlu edecek,aşk denen köleliğe karşı artık sesimizi yükseltmemizin zamanı geldi de geçiyor bile.Eğer gerçekten aşık olmayı istiyorsanız kendinize aşık olun,kendinizi sevin.Aşkın kendinizde yararını göreceğiniz,hatta sandığınızdan daha fazlasını alacağınız tek yol bu.
Ve sakın unutmayın ki:''İnsanların uydurduğu En büyük yalan,seni sonsuza dek seveceğim''dir...
Hangi hastalıktan mı söz ediyorum? Tabiki aşk virüsünden... Genç,yaşlı,zengin,fakir ayırmayan bu virüs en büyük etkisini kalp ve beyin üzerinde ortaya çıktığı kanıtlanmış durumda. Özellikle hangi durumda hangisini kullanmamız gerektiğini büyük ölçüde zorlaştırıyor. Bir de insanda kendine has bir körlük durumuda ortaya çıkartığı görülen belirtiler arasından.
Şu sıralar mevsimi mi geldi nedir bilinmez, yine insanlar üzerindeki etkisini arttırmış durumda.Gerçi ne zaman azalttı ki orasıda ayrı bir konu...
Tabiki bu durumun insanlar üzerindeki etkisini farkeden bazı üstün zekalar,bu insanların durumunu fırsat bilip onların üzerinden nasıl para kazanılacağını planlayıp organize ettikten sonra içinden çıkılması neredeyse imkansız güzel bir kısır döngü de yaratmayı ihmal etmemişler. Bu döngüye yakalanırsanız eğer,çıkmanız hiçte kolay değil.Bu üstün zekaların başında tabiki film ve müzik sektörü geliyor. Özellikle romantizmin doğasında olduğu kadınları seçen film sektörü,bir tutam romantizm ve bolca aşk karışımlı romantik filmleri piyasaya sürerek büyük bir servet elde ediyor.Kızların yanı sıra erkekleri de kızları bu tür filmlerin tam istenilen kıvama getirdiği gerçeğiyle büyüsüne alan bu sektör,ne yazık ki bizi dört bir yandan kuşatmakta ve başlarındaki insanların gözlerindeki dolar işaretiyle bizleri tuzaklarına düşürmek için ağızların sularını akıta akıta beklemekte...
Bu durum beni yavaça strese sokmaya başlasa da,ilgim ve merakım bu olayın ilginçliğine yenik düştü ve kendimi detayların okyanusunda uzun bir dalış yapmaktan alıkoyamadım.
sadece film ve müziğin değil,sanatın yegane kaynağı aşk,tüm bolluğunu bonkörce savurarak çeşitli yollarla herzaman kendini betimlemeyi ihmal etmemişti.Aşkın bu yolla insanlar üzerinden kendisini zekice çoğaltması biryana;Aşk,dünyada kendisini iki farklı türde doğdurtmuştu:''Sonu mutlu biten,sonu mutsuz biten...''
Bu sonuca gayet salt,basit bir insani mantık ile yaklaştığımızda ortada mutlu sonu seçmek için hiçbir engel göremiyorken sanatta bunun tam aksi yönde bir ilginin doğması ve bunu farketmem beni beynimden vurulmuşa çevirdi.Filmleri ele alırsak eğer,son derece dramatik,sonu mutsuzluk ve acı verici biten,aşkın insanları perişan ettiği filmler,sonu mutlu ve aşkın sonunda iki insanı kavuşturduğu filmlerden kat kat be kat ilgi görmekte.Hatta ve hatta yere göğe sığdırılamamakta.Mutlu,neşeli aşk filmleri ise bir güzel eleştirildikten sonra ağzının payı verilerek arşivdeki yerine postlanmakta...
Hem aşkı,gerçek sonsuz mutluluğu arayan,filmlerde ise tam tersine rağbet gösteren izleyilecilerin nasıl bir ironi içinde bulunduklarını fark ettiğimde buna mantıklı bir sebep bulabilmek için uzunca birsüre düşüncelere dalsamda,boğulacağımı anlayıp daha fazla üstelemeden bu gerçeği göz göre göre kabul etmek zorunda kaldım.
Leyla ile Mecnun'dan tutun,Romeo ve Juliet'e kadar okuduğumuz,dinlediğimiz,imrendiğimiz aşkın tüm tasvirleri birer mutsuzluk abidesinden başka birşey değildi.
Şuanda da durum farklı değil.Aşk, ele geçirdiği insanları kendi melankolisinde boğarak pesimist bir yaşam tarzını insanlara zorlukla kabul ettirmekte.Buna rağmen insanlık buna dünyadaki en prestijli markanın %95 indirimli ürünleri gibi rağbet göstermekte...
Bu sonuca ulaştığımda insanlığave dolayısı ile kendime olan kızgınlığım,sonucu değiştirmenin imkansız olduğu gerçeğinin bende yaratmış olduğu öfke ve acizlik ile birleşti ve hayatın getirdiği yükler yetmiyormuş gibi ben bunlarıda omuzlayıp yoluma devam etmek zorunda kaldım.
Ama birsüre sonra,yaşam içine gömülmüş gizli bir vizyonu fark ettiğimde içinde bulunduğum bu karanlık evren,hiçbir köşesinde en ufak bir karanlık nokta kalmayacak kadar aydınlanacak ve ben kendimi şok etkisi yaratan bu gerçek ile tamamen farklı bir noktada bulacaktım...
Gün geçtikçe kendi özümdeki gözlemleme,aşkın bu yıkıcı ve köleci etkisini aslında çoktan bildiğimi ve bu oyunun kurallarını çoktan kabulettiğimi farketmeme olanak tanıdı.Sanki hükmen mağlup bir takımın oyuncusu gibiydik.Kazanan tarafa geçmenin imkanı yoktu.Ya bu deveyi güdücek,ya bu diyardan gidicektik adeta.Bende bu virüse birkaç kez yakalandım. Ama en büyük etkilerini bana L de gösterdi. İçinde bulunduğum durum aşkın üreyip çoğalması için mükkemmel bir kültür ortamıydı ve ben bu hastalığın getirdiği zayıflık ve acizlik ile yavaş yavaş kendime olan saygımı ve kontrolümü kaybetmeye başladım. Birsürü dram,kötü yaşanmışlıklar,mutsuluk ve ıstırap yüklü bir yaşam. Tamda aşk için yaratılmış mükkemmel bir konaktım ben...
Ta ki ben yediğim son darbedenin ardından 'buraya kadar!' diyene kadar.Önümde iki yol vardı:Ya kendimi,ya başka birini yaşatacaktım özümde...Ben seçimimi yaptım ve bu seçim ile yaşamaya başladım.Aşk gerçekten ona karşı üstün gelinmesi çok zor ve yıkılması güç bir tabu.Ama tutunulacak dalları doğru seçtikten sonra hiçbirşeyin imkansız olmadığını anlamak hiçte zor değil.Dünya insanın onu görmek istediği gibi şekillenen ve renklenen bir bukalemundan farksız.Ben bunu unutmadan yaşamaya ve kendimi fırlatmış merkezime yerleştirmeye çalışırken zamanla çok ilginç bir düşünce sızdı beynime...Var olan tüm aşk efsanelerini,izlediğim aşk içerikleri filmleri baştan sona tekrar izledim.Hepsi beynime giren bu düşünce sayesinde daha değişik görünmeye başladı.Artık farklı hissetmeye başlıyordum bazı şeyleri.Birşeyler içimdeki sarmaşıkları çözüp karmaşanın içindeki gerçek özü görmeme olanak tanıyordu.Gördüğüm aşka karşı korkunç bir uyarının ta kendisiydi...
Duyduğumuz tüm masallar,destanlar,gördüğümüz tüm filmler,dinlediğimiz tüm şarkıların vermek istediği bir mesaj vardı aslında.İnsanlık aşk virüsüyle binlerce yıl önce tanışmış ve bu salgının etkilerini çok iyi bir şekilde deneyimlemişti.Şuanki edebiyatın bunu ne derece kasti yaptığını bilemem ama,bize anlatılan o masalların ve büyüleyici aşk hikayelerinin aslında birer uyarı tabelası olduğunu anladım.Atalarımızın bize bıraktığı en büyük öğütlerden biri:''Aşka yaklaşma!'' idi...
Tarih aşka karşı birsürü panzehir ve ilaçla kaynıyordu aslında.Ama bizim hastalıklı zihnimiz ne yazık ki bunu farklı bir halüsinasyon olarak görmemizi sağladı.L ve araştırmalarım sonucu öğrendiklerimin yardımıyla bu büyünün üzerimden kalkması,etrafımdaki bu dünyayı farklı ve daha gerçekçi anlamama,adeta gözlerimin üzerinden pir perdenin yavaşça aralanmasına sebep oldu.Şimdi herşeyi daha iyi görebiliyordum.Daha net,daha canlı,daha katıksız...
Şunu farkettim ki bu büyüden insanları toplu birşekilde kurtarabilecek bir iksir bulmak imkansız.Gerçek şifa ve şifacı yalnız ve yalnıca sizsiniz.Oto kontrolünüzü ele almaya çalışın ve nasıl bir oyunun içinde bulunduğunuzun farkına varın.Bu durumu üstünüzden atsanız bile etkisi bir müddet daha devam edecek.O,herşeye rağmen sizin en ufak bir omuz düşürmenizde tekrar kendisini hortlatabilmek için pusuda beklemeyi sürdürecek.Ama korkmanıza gerek yok.Dikkatli yaşamaya devam ederseniz eğer,sizde benim gibi bu virüsün poposuna tekmeyi basabilirsiniz.Ben hala hastalık sonrası geçirilen bazı yanetkileri yaşıyor bulunmaktayım. Ama eminim ki kısa bir süre sonra tamamen kendi sağlığıma kavuşacağım...
Sizleride en kısa sürede yanımda görmek beni fazlasıyla mutlu edecek,aşk denen köleliğe karşı artık sesimizi yükseltmemizin zamanı geldi de geçiyor bile.Eğer gerçekten aşık olmayı istiyorsanız kendinize aşık olun,kendinizi sevin.Aşkın kendinizde yararını göreceğiniz,hatta sandığınızdan daha fazlasını alacağınız tek yol bu.
Ve sakın unutmayın ki:''İnsanların uydurduğu En büyük yalan,seni sonsuza dek seveceğim''dir...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)